Dijital İmparator

Facebook’un parçalanmasını isteyenlerin endişesi rekabetin sekteye uğramakta olduğu mu yoksa bunun gerisinde politik bir motivasyon mu var?

Geçtiğimiz günlerde Facebok’un kurucularından Chris Hughes ilginç bir açıklama yaptı ve Facebook’un bölünmesini isteyenler kervanına katıldı. Sebep basit: Facebook sahibi olduğu Instagram ve Whatsapp ile birlikte sosyal medya dünyasında öyle devasa bir konuma sahip ki ortaya liberal ekonominin ruhuna aykırı bir tablo çıkıyor. Zuckerberg dijital dünyanın astığım astık kestiğim kestik bir dijital imparatoru olmuş durumda. En azından kağıt üstünde.

Ayrıca Hughes gibi düşünenlerin altını çizdiği bir husus var: Bu Zuckerberg’in karakterinden, aldığı ya da alabileceği kararlardan ayrı düşünülmesi gereken kategorik bir durum. Liberal ekonomide hiçbir kişi ya da ticari kuruluş bu denli büyümemeli. Neden? Çünkü bu denli büyüme rekabeti olumsuz etkiler. Rekabetin zaafiyete uğradığı bir ortamda ise kapitalizmin büyümesi sekteye uğrar. Öte yandan Zuckerberg şu an Facebook yönetim kurulunda %60 oy hakkına sahip. Bir başka deyişle diğer hissedarlar birleşip onu indirmek istese bile bunu başaramaz.

New York Times’taki yazısında Hughes kendisi dahil Facebook’un kurucu ekibinde yer alanlar için bir özeleştiri de yapmış. Geliştirdikleri içerik gösterme algoritmasının kültürü etkileyebileceğini, seçimleri dolaylı yoldan da olsa manipüle edebileceğini, totoliter liderlerin bundan istifade edebileceğini öngörmemiş oldukları için.

İnsan düşünmeden edemiyor: Hughes’ün bu açıklamaları samimi mi yoksa bir tür günah çıkarmak mı? Belki de şu bilgiyi resme dahil etmek gerekir. Hughes Facebook’tan 2007’de ayrılmış. Yani şirket kurulduktan üç sene sonra. Yakın zamanda ayrılmış olsaydı samimiyeti sorgulanabilirdi. Öte yandan Hughes’ün politik bir geçmişi de var. Örneğin Facebook’tan ayrıldıktan sonra Obama’nın seçim kampanyasında görev almış.

Messenger, Instagram, Whatsapp ayrı birer şirket haline getirilmeli mi? Facebok bu şekilde bölünmeli mi? Bu sayede global sosyal medya dünyası daha rekabetçi bir hale gelebilir mi? Yoksa bu çıkışların arkasında politik bir motivasyon mu var? Örneğin Facebook’un da dolaylı yoldan dahil olduğu Cambridge Analytica olayı olmasaydı belki de Trump ABD’de başkan seçilemeyecekti.

Eğer politik motivasyon nedeniyle bu türden bir lobi çalışması yürütülüyorsa, mevcut ABD yönetimi dikkate alındığında Facebook’un kısa vadede parçalanacağını beklemek pek olası görünmüyor. Trump’ın temel motivasyonu para. Facebook gibi gelirinin neredeyse tamamını reklamdan kazanan bir şirket, vergisini ödediği sürece Trump’ı rahatsız etmeyecektir. Peki ya namuslular da namussuzlar kadar cesur çıkarsa. Facebook ya da benzeri sosyal medya sitelerini Makyavelist bir yaklaşımla ele alıp, benzer manipülasyonlar yaparsa? Eh o zaman işin rengi değişir. Malum dünyanın her yerinde iktidar için meşru olan şey muhalefet için öyle olmak zorunda değil. Batı ile Doğu’nun bu açıdan farkı nerede? Karda yürürken iz bırakıp bırakmamakta belki de. Yoksa herkes karda yürüyor!

Tabii bu ABD için yeni değil; benzer bir durum daha önce AT&T ve Microsoft’un da başına gelmişti. AT&T yıllar alan hukuksal süreç sonucunda parçalanmıştı. Microsoft ise para cezası ile kurtulmayı bilmişti. Ancak belki de resmi olmayan bir şartla. Sonuçtan bir kaç sene sonra Bill Gates firmadaki aktif görevlerini bırakmıştı. Bakalım Facebook’un ve Zuckerberg’in akıbeti ne olacak?

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 167 – 07.06.2019)

DİJİTAL POSA

1 Dakikada Internet istatistikleri ne kadar gerçekçi? Gerçek ötesi dünyanın dijital posasını çıkardığı 21.yüzyıl bireyi böyle durumlarda nasıl bir tavır almalı?

 

Bazı kitap fuarları var; katılımcı adetleri her geçen yıl düzenli olarak artıyor. Artış oranı göze batacak cinsten değil. Ancak yine de artış var mı; var! Benzer bir durum 1 Dakikada Internet istatistiklerinde de görülmeye başlıyor.

İlk önce visualcapitalist.com sitesine göre 2019’da 1 dakikada internette olanlar:

  • Google : 3,8 milyon arama
  • Facebook : 1 milyon kullanıcı girişi
  • SMS : 18,1 milyon mesaj
  • Youtube : 4,5 milyon video izleme
  • App : 390 bin (Apple, Android toplam)
  • Instagram : 347 bin görüntüleme
  • Twitter : 87 bin 500 kişi bağlı
  • Eposta : 188 milyon gönderim
  • WhatsApp, Messenger : 41,6 milyon mesaj
  • Snapchat : 2,1 milyon snap
  • E-Ticaret : Neredeyse 1 milyon dolar
  • Netflix : Neredeyse 700 bin saatlik video izleme

Rapor, aynı kaynak tarafından bir önceki yıl da yayınlanmıştı. Oradaki istatistiklere bakıldığında düzenli şekilde artış gösteren dijital ögeler şöyle: Google 3,7’den 3,8 milyona. Facebook 973 binden 1 milyona. SMS 18 milyondan 18,1 milyona. Youtube 4,3 milyondan 4,5 milyona. App adedi 375 binden 390 bine. Eposta 187 milyondan 188 milyona. eTicaret 862 bin dolardan 1 milyona.

Listede olumlu ya da olumsuz yönde farklılık gösteren kalemler şöyle: Instagram 174 binden 347 bine, Netflix ise 266 binden neredeyse 700 bine yükselmiş, Snapchat 2,4 milyondan 2,1 milyona düşmüş. Twitter için bir önceki sene mesaj adetleri açıklarken, bu sene Twitter’a bağlı kullanıcı sayısı açıklanmış.

İlk gruptaki istatistikler gerçekçi olmaktan öte belli bir artış algoritmasına bağlanmış, bilgisayar tarafından artırılıyor gibi. Instagram ve Netflix’teki anormal artış da düşündürücü. Neyse parası verilmiş sanki. Sahtekar dijital kahramanların tatlı tatlı bellettiği gerçek ötesi dünyada yaşamanın zihinlerde bıraktığı bir tür dijital posa! Neyin doğru, neyin yanlış olduğu hem önemini kaybetmiş durumda hem de kimsenin farkı tespit edecek ne becerisi ne de motivasyonu var!

Kesin olan bir şey varsa o da 21.yüzyılın dijital bireyinin bir yol ayrımına geldiğidir. Bilgiye dayalı her konuda! Ya kendi çıkarı uğruna insanlığını göz ardı edecek, işine ne geliyorsa onu doğru kabul edecek. Ya da her ne pahasına olursa olsun gerçeğin peşinden koşacak! Tarihe geçmiş, gönüllerde taht kurmuş isimli-isimsiz tüm kahramanlar az seçilen ikinci yoldan gitmiştir. Diğerleri ise zaten hiç yaşamamışlardı! Bakalım dijital kuşaklar ne yapacak?

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 158 – 05.04.2019)

ON YIL ÖNCE !

Herkes iyisiyle kötüsüyle bir akım başlatabilir; sesini duyurabilir. Internet eskinin tek yönlü ana-akım medyası gibi değil ki!

 

Instagram’da her gün yeni bir akım çıkıyor. Eğer daha yenisi çıkmadıysa şu sıralarda on yıl önceki resimleri paylaşmak moda (#10yearchallenge). Kişi on sene önceki haliyle şimdiki halinin resimlerini yanyana paylaşıyor. Instagram istatistiklerine göre şimdiye dek 4 milyonun üstünde paylaşım olmuş bu isimle (hashtag).

Bu akımla ne tür nahoş şeyler yapılabileceği de gündeme geldi elbette. Örneğin yüz tanıma amacıyla geliştirilmiş olan makine öğrenme temelli yapay zeka yazılımlarına kolaylık sağlamak. Bir kişinin on yıl ara ile iki fotoğrafını (yüz bilgisini) öğrenmiş olan yazılımların önlerine rastgele gelecek bir suratın kime ait olabileceğini tespit etme süreci daha kolaylaşabilir.

Temel soru şu: Bu akım bu tür bir amaca hizmet etmek üzere mi çıkarıldı? Yoksa hazır böyle bir akım çıkmışken paylaşımların bu amaca hizmet edebileceği de mi “keşfedildi”? Sonuç itibariyle bir şey fark etmeyebilir. Ancak çıkış süreci bireyin hayata bakış açısını yeniden değerlendirmesine neden olabilir. Birinci senaryoyu doğru kabul edenlere göre dünyayı perde arkasında yöneten birileri vardır ve onlar ne derlerse dünya ona göre şekillenir. Geriye kalanlar ne yapmaya çalışırsa çalışsın. İkinci senaryoyu doğru kabul edenler ise önlerine gelen durumdan en iyi şekilde istifade etmenin yolunu bulmanın daha karlı olduğuna inanır ve buna göre fırsat kollar, harekete geçer.

Bu sistem üzerinden yapay zeka yazılımlarına katkı sürecini baltalamak da mümkün öte yandan. Tabii böyle bir katkı söz konusuysa. Nasıl mı? Birbiri ile ilgisi olmayan iki fotoğraf yanyana getirilir ve #10yearchallenge etiketiyle paylaşılır. Hadi bakalım o yapay zeka çıksın şimdi işin içinden! Internet madem post-truth denilen doğru-ötesi bir dünya oldu akımın bu türden kötü kullanımını da kullanıcılar elbirliği ile gerçekleştirecekleri bu tür bir post-truth yaklaşımla alt edebilir.

Tablo aslında ilginç: Global internet kullanıcısı ya on yıl önceki resmini bulup, onu şimdiki resmiyle yanyana getirerek yeni bir görüntü oluşturmaya ya da bunun ne tür nahoş amaçlar için kullanılacağına dair ahkam kesmeye zaman ayırıyor da çok daha kolay ve kısa sürecek ve olası nahoş kullanımı haklayacak bir şeyi yapmaya (iki ilgisiz resmi yanyana getirip, paylaşmaya) vakit ayırmıyor. Oysa internet herkesin. Herkes iyisiyle kötüsüyle bir akım başlatabilir; sesini duyurabilir. Eskinin tek yönlü ana-akım medyası değil ki burası!

(Not: Sahi on yıl önce Şubat 2009’da ne yazmışım diye arşivime baktım. ABD ve İngiltere’deki eskinin dev müzik dükkanlarının birer birer ortadan kalkmasına yönelik bir makale buldum. Yazıda bu tür fiziksel müzik dükkanlarının ayakta kalması için olası bir öneri de vardı. Fiziksel mekanda dijital ürün satmak! Müzikseverlere fiziksel mekanın ambiansını sunabilmek için. Geçtiğimiz günlerde o devasa müzik dükkanlarıyla ünlü bir Avrupa başkentindeydim ve heyhat henüz kimse böyle bir maceraya atılmamıştı. 2019 yılında fiziksel ürün dijital ortamdan satılabiliyor ama dijital ürün henüz fiziksel ortamda satılmıyor. Onun yeri hala dijital ortam!)

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 150 – 08.02.2019)

GLOBAL DİJİTAL İSYAN

Internette arama yapmak ücretli olsa tüm dünyada kaç internet kullanıcısı isyan ederdi? Peki Facebook’a, Instagram’a, Twitter’a bir şey eklemek ücretli olsaydı?

Bedava olan her şey değersiz midir? Sadece maddi açıdan değil. Emek sarf etmeden mesela. Son yıllarda bu konu özellikle Cumhuriyet Devrimleri açısından gündeme getiriliyor. Benzer durumu bilgi toplumu açısından irdeleyelim.

Bilgi toplumunun en kritik olgusu olan nesnel enformasyonu elde etmek (ve ondan istifade ederek hayat kalitesini artırmak, ona anlam katmak) neden ıskalanıyor? Koskoca bilgi toplumundan anladığımız, “Dün akşam hangi arkadaşımız nerede ne yemek yemiş” fotoğraflarının izini sürmek mi?

Herhangi bir web sitesine gitmek için tarayıcımızın ilgili yerine web sitesinin adını bile yazmak pek çoğumuza zor geliyor. Tarayıcı açıldığında Google gibi bir arama motoru otomatik olarak açılıyor. Sitenin adını oraya yazıyoruz. Gelen listedeki web sayfa adresinin linkine tıklayarak ulaşıyoruz.

Buradaki değer-bilmezlik Google gibi arama motorlarının tüm o arama sonuçlarını ekranımıza ücretsiz olarak getiriyor olmasıyla da ilgili. Çünkü nesnel enformasyon bugün internette bedava.

“Buna da mı para ödeyeceğiz?” diye soranlardan içtiği suya para “ödemeyen” kaç kişi var? Neden musluklardan akan suyu içemiyoruz? Çünkü onu kirlettik. Enformasyon için dijital çağın “hava”sı deniyor; dijital soluk alıp vermeye imkan tanıyan. İklim değişikliklerinden dolayı yarın gereksinim duyduğumuz temiz havayı solumak için bile para ödemek zorunda kalır mıyız? Bir zamanlar musluklardan akan temiz suyu içenler, “Hiç şaşırmam” diyecektir. “Tüm renkleri hızla kirlettiğimize” göre. Dijital soluk alıp vermek için gerekli olan objektif enformasyon da benzer bir akıbetle karşı karşıya kalabilir.

Bugün enformasyona değil, ona ulaşmaya para ödeniyor. Neredeyse tüm yiyeceklerin bedava olduğu bir lokantaya giriş ücreti gibi. “İşte sana şu fiyata aylık şu kadar internete erişme kapasitesi; onunla ne yaparsan yap”. O aylık ödemeyi yapmadan ne yazık ki internete, enformasyona erişemiyoruz.

Yarın belki bu erişim ücreti farklı bir kılığa bürünecek. Belki internete erişmenin haricen bir fiyatı olmayacak ama başka müeyyideleri kabul etmek zorunda kalacağız. Diyelim ki her sene piyasaya çıkan akıllı telefon modellerinden birisini almak ve yıl boyunca onun taksitlerini ödemek zorunda kalacağız.

Şu an marjinal konumda olan enformasyona para ödeme modeli zaman içinde yaygınlaşabilir. Bugün bile iş dünyasında bazı fizibilite, simülasyon ya da tahmin raporlarına ücretsiz erişmek mümkün değil. Artık bireyler de herhangi bir konuda sahip olduğu herhangi bir bilgiyi internette para ile satışa çıkardığında yaygın olarak müşteri bulması söz konusu olabilir.

Bu ücretlendirmenin arama motoru seviyesine kadar ulaştığını düşünün. Para vermeden arama yapmak yok! 4. Sanayi Devrimi denilen evresindeki kapitalizm nihayet bilgi toplumunu esir alıp, onu kendi paradigmasına göre dönüştürürse, bugün dönüp yüzüne bakmadığımız, değerini bilmediğimiz pek çok ücretsiz bilgi toplumu imkanının yakın gelecekte ücretli hale geldiğini görebiliriz.

Ama merak etmeyin. Facebook’ta, Instagram’da paylaşımda bulunmak, Twitter’da dedikodu yapmak yine de ücretsiz kalacaktır. Yoksa isyan çıkar; tüm dünyada!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 39 – 23.12.2016)

DİJİTALLEŞME ve METODOLOJİ

Dijitalleşme her zamankinden çok daha fazla miktarda verinin “yakalanıp” işlenmesini sağlıyor. Öyle ki konu daha çok veri ile daha hassas ölçüm yapma formulünün ötesine geçiyor; metodu değişmeye zorluyor.

Sosyal medya bağımlılık yapar mı? Kısa yoldan cevap evet. Hatta bazı araştırmalar, Facebook kullanımı ile kokain kullanımının vücutta benzer etkiler yaptığını da göstermekte. Ancak bu soruyu önce bir üst boyuttan irdelemek lazım. Yani, “Bir şeyin bağımlılık yaptığı nasıl anlaşılır?”

Bellidir ki bugün bilimsel olarak kabul edilmiş bir gözlem/deney modeli sonucunda bir şeyin bağımlılık yapıp yapmadığı belirlenmektedir. Peki dijital dünyada bir şeyin bağımlılık yapıp yapmadığı nasıl anlaşılır? Yine aynı yolla mı? Yoksa başka, “dijital”, alternatif model(ler) geliştirilebilir mi?

Mart ayında Brandwatch.com sitesi bir araştırma yapmış. Araştırma modeli oldukça basit: Sosyal medya üzerinde (İngilizce olarak) “Ben … bağımlısıyım” veya “Ben …. kullanmayı bırakıyorum” (sırasıyla “I’m addicted to …” ve “I’m quitting …”) cümleleri araştırılmış. Ve bu formatta yazılmış cümlelerde … ile belirtilen yerlere yazılmış olan kavramlar içinden sosyal medya sitelerine işaret edenler ayıklanıp, istatistiği çıkarılmış.

Bu çalışmaya göre kişiler sırasıyla Twitter, Facebook, Youtube ve Instagram “bağımlısı” olduklarını ve benzer şekilde yine Twitter, Facebook ve Youtube “kullanmayı bırakıyor olduğunu” beyan etmekte.

Bu çalışma bilimsel mi? Sanırım mevcut bilimsel kriterler çerçevesinde değil. Bir yanda bağımlılık beyanını destekleyen “bilimsel” veri eksikliği (bağımlı olduğunu nereden bileceğiz?), diğer yanda “bırakıyorum” beyanının ardından bırakıp bırakmadığının bilinmemesi.

Mevcut kriterler çerçevesinde bilimsel olmadığı halde bu araştırmayı ilginç kılan şey nedir? Yaklaşık 40 bin kişinin beyan verisi, altı aylık bir araştırma süresi. Benzer bir çalışma bütünüyle bilimsel kriterler gözetilerek yapılsaydı, altı ayda 40 bin kişi üzerinde gerçekleştirilebilir miydi? Maliyeti aynı mı olurdu?

40 bin değil belki de bir kaç düzine denek üzerinde yapılacak bilimsel bir çalışma, “bilimsel” olduğu için, tüm dünyanın tablosu diye kabul edilecekti. Oysa şimdi elde 40 bin kişinin beyan verisi olduğu halde süreç “bilimsel” olmadığı için, dudak bükülecek.

Benzer ikilemi başka pek çok alanda tespit etmek olası. En pratiği temsili demokrasi ile doğrudan demokrasi uygulamaları arasında. Temsili demokrasi, demokrasi dışındaki o kabul edilmez diğer modellerle kıyaslandığında en doğrusu olduğu ve eldeki lojistik imkanlarla demokrasinin başka türlü hayata geçirilmesi mümkün olmadığı için icat edilmiş bir model. Lojistik sıkıntılar aşıldığında gereksinim duyulmayacak ve yerini doğrudan katılımcı demokrasiye terk edecek bir alternatif.

Gerçekten de öyle mi? Yoksa temsili demokrasi, demokrasi denildiğinde kendisini alternatifsiz hale mi getirdi?

Dijitalleşme nasıl ki ekonomik süreçlerde değer katmayan aracıları ortadan kaldırıyorsa, bilim, demokrasi veya diğer alanları da benzer şekilde “tehdit” ediyor. Katalizör veya aracılık edenler ya değer kattığını yeniden ispat etmeli ya da model yenilenmeli. Dijitalleşme hiçbir şey yapmasa bile her zamankinden çok daha fazla miktarda verinin “yakalanıp” işlenmesini sağlıyor. Öyle ki konu daha çok veri ile daha hassas ölçüm yapma formulünün ötesine geçiyor; metodu değişmeye zorluyor.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 11 – 10.06.2016)