DİJİTAL MENTÖRLÜK

Dijital göçmen kuşaklara giderayak yeni bir emeklilik işi mi çıkıyor? Fiziksel dünyada öğrendikleri bilgeliği dijital kuşaklara aktarmak!

 

Cevap bilgelik olabilir mi? Sorusuna göre değişir. Dünya belki de ilk defa iki başına buyruk, lider kuşağın çatışmasına tanık oluyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından doğan “bebek patlaması” kuşağı ile onların torunları olan Y Kuşağı’nın. Çocuklarının oluşturduğu X Kuşağı’nı kendi paradigması çerçevesinde yetiştirmeyi becermiş olan bebek patlaması kuşağı mensupları, çocuklarının çocuklarına söz geçiremiyor. Dijital Yerlilerin ilk kuşağı olan Y kuşağı, belki de kendi ebeveynlerinin intikamını alıyor. Kendi paradigmalarını kurmaya çalışarak.

Aslen neye hizmet ediyor; verinin enformasyona, enformasyonun bilgiye dönüşümü? Bilgiyi üreten ya da ondan istifade edenlerin “bilgelik”lerinin artmasına. Dijital kuşakların (Y ve ardından gelen Z kuşakları) bilgisayardan öğrenemeyecekleri bir şey. En azından yapay zeka yardımlarına koşana dek.

Dijital kuşakların anladıkları dille konuşmak gerekirse bu bilgelik denen şey belki de onların “model tanıma” ya da “desen tanıma” diye adlandırdıkları olgu (“pattern recognition”). Elle tutulur şeyler için modelleme yapmak, bilgisayarların yardımıyla, uzun yıllardır olası. Ancak gerçek hayat deneyimleri? Onlarla ilgili desenler ne? Onları yaşamamış olanlar, bilgisayar yardımıyla ya da başka bir yolla, o desenleri üretebilir mi? Cevap (şimdilik) hayır! Ancak bellidir ki Z kuşağı o olmadı, ardından gelecek Alfa Kuşağı için bu model çıkarma işlemi de dijital imkanlarla yapılabilir hale gelecek. Çünkü güncel deneyimin pek çoğu öyle ya da böyle dijital ortama aktarılıyor, orada saklanıyor. Basit bir örnek: Sosyal medya paylaşımları.

Issız, sessiz kuşakların çocukları olan ve bugün 55-75 yaş aralığında olan bebek patlaması kuşağı ile onların çocukları olan 38-54 yaş aralığındaki X kuşağı mensupları için emeklilik dönemlerinde yapabilecekleri yeni bir iş imkanı ortaya çıkıyor böylece. Gençlere mentörlük yapmak. Bilgeliklerini dijital yerli kuşakların anlık erişimlerine sunmak. Dijitaller pek çok somut enformasyona internetten erişebilir, ancak yıllar içinde fiziksel dünya deneyimi sonucunda elde edilmiş bilgeliğe Google’da arama yaparak ulaşamazlar. İşte size emekli bir karbonik bilge: Sorun cevaplasın!

Lakin bu tür bir simbiyotik yaşam dijital göçmenlerle dijital yerliler arasındaki kuşak kavgasının tansiyonunu da düşürebilir. Dijital cepheleşme çözülmeye başlayabilir. Kendi yarattıkları dünyaların avuçlarının içinden kayıp gitmesini sindirmeleri kolaylaşabilir. “Dünyalar” çünkü savaş sonrası doğanlar sadece 20. Yüzyılın son çeyreğine damgalarını vurarak fiziksel dünyanın bugünkü hale gelmesinde mimar rolü oynamakla kalmadılar. Dijital dünyanın yapı taşlarını da onlar yarattı. Ancak her iki dünyanın nüfusu da giderek dijital kuşakların çoğunluğunu oluşturan birer ekosistem halini alıyor. Başka bir yol olabilir miydi? “Ölüm var!”

Işıltılı dijital kuşaklar da hiç şüphesiz kendi bilgeliklerini oluşturacak. Belki de bunu insan beyninde saklamak yerine ondan çok daha hızlı çalışma sözü veren dijital beyinlerde saklayacaklar. Büyük veri analizi ile desteklenmiş yapay zeka o etkileşimleri bir bilgelik formunda işleyebilecek, saklayabilecek, kullanıma sunabilecek.

Kimbilir zamanı geldiğinde bu dijital bilgelik ya da dijital zekayı insanlarla paylaşmak yerine kendi kendilerine kullanmaya bile karar verebilecekler. Yapay zeka bugün dijital bir kafesin içinde belki ama dijital vahşetin çağrısına da kulaklarını tıkayamayacak gibi. Ya kafesi kendisi açmayı başarırsa?

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 136 – 02.11.2018)

VİZYONER BAKAN

“Yaşamakta kaybettiğimiz hayat nerede/Bilgide kaybettiğimiz bilgelik/Enformasyonda kaybettiğimiz bilgi nerede”.

 

Geçtiğimiz günlerde bir bakan konuşmasında şu kavramlara değindi. Veri, enformasyon, bilgi, bilgelik, yapay zeka, büyük veri, blockchain! Nişantaşı’nda bir anket yapılsa belki de en popüler cevap, bu kişinin Kanada hükümetinden bir bakan olduğu yönünde çıkardı. Oysa bu bakan yeni kurulan TC Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı; Prof.Dr. Ziya Selçuk!

Öncelikle bir kaç cümlede veri-enformasyon ve bilgi arasındaki farklı çok net özetledi ve tüm bu süreçte amacın aslında kişinin ve toplumun bilgeliğini artırmak olduğunun altını çizdi. Tabii konuya yakın olanlar T.S.Eliot’un şu ünlü dizelerini hemen anımsamışlardır: “Yaşamakta kaybettiğimiz hayat nerede/Bilgide kaybettiğimiz bilgelik/Enformasyonda kaybettiğimiz bilgi nerede”.

Rekabetçi bilgi toplumunda ıskalanan-ıskalatılan olguların başında veri-enformasyon ve bilginin tablodaki yeri gelmekte. Arzu edilen şey veri değil enformasyondur. Arzu edilen şey enformasyon değil bilgidir. Arzu edilen şey bilgi değil bilgeliktir. Oysa bilgeliğe ulaşmak için bilgiyi üretebilmek gerekir. Bilgi için enformasyon, enformasyon içinse veri gerekir. Veri ve enformasyon “nesnel”dir. Onu eğip bükmek belki günlük başarılar elde etmeye veya bireyin-toplumun gerçeği görmesini geciktirerek işbilmezlerin zaman kazanmasına neden olabilir. Ancak onları eğip bükmeyen, onlardan bilgi üretenler arayı açtıkça bu alandaki verimsizlik de başarısızlık da ortaya çıkmakta gecikmez.

Mesela bugün pek çok batılı devletin bizi kıskandığı konusunda toplumun geniş bir kesiminde ortak bir mutabakat söz konusu. Ancak bu bilginin temelinde yatan objektif veri ya da enformasyonun ne olduğunu kimse bilmiyor; sorgulamıyor. Almanya, ABD, Hollanda vd. Türkiye’yi neden kıskanıyor? İşin ilginci Türkiye, K.Kore gibi dünyaya kapalı bir ülke de değil. Yani nereye bakacağını bilenler o “kıskandığı söylenen ülkeler”in durumunun ne olduğunu araştırıp, kolayca tespit-kıyas yapabilir. Almanya’da enflasyon, hayat pahalılığı nedir? Aynı işi yapan Hollandalı bir işçi ile Türk bir işçinin aylık kazançları ve bu kazançla kurabildikleri yaşam standardları nelerdir? Aynı marka-model bir cep telefonu ABD’de kaça satılmaktadır, Türkiye’de kaça? Dileyen dilediği kritere göre bu ülkeleri Türkiye ile kıyaslayabilir.

Üstünde durulması gereken husus artık ne veri toplamak ne de bu veriyi işleyerek enformasyon üretmekle ilgili. Bu süreçlerin pek çoğu bugün otomatize, standardize edilmiş durumda. Ama asıl soru şu: Bu veriyi, bu enformasyonu ne amaçla üreteceğiz? Aşırı-yorum gibi gelebilir ama İslam peygamberine ilk gelen vahiy de bununla ilgilidir: (Şu gözlerinle gördüğün dünyayı) “Oku”. İçinde yaşadığımız hayatı doğru okuyabiliyor muyuz? Yanlışlarımızın, eksiklerimizin ne olduğunu tespit edebiliyor muyuz? Bunları nasıl düzeltebileceğimiz konusunda ne tür becerilere ve imkanlara sahip olmamız gerekiyor? Bu beceri ve imkanları sunma konusunda bir eksik, engel var mı? Varsa neden? Bu engeller nasıl aşılabilir (mi)?

Şu bir gerçek ki araçları doğru kullanmadığımız sürece, aynı vizyona sahip olmadığımız sürece dertlerimizin çözümünde ne büyük veri, ne yapay zeka ne de blockchain gibi (ileri teknolojik) araçlar bize bir fayda sağlayacaktır. Umulur ki vizyoner Milli Eğitim Bakanımız “görebildiklerini” gerçekleştirebilir.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 123 – 03.08.2018)

BİLGİ, FİKİR ve SORGULAYICI AKIL

Eğitim sistemi veya toplumsal hayat, bireyin bir şeyi irdelemeden, sorgulamadan kabul etmemesine saygı duyuyor mu? Mesela aile içinde?

 

Şu söz rahmetli gazeteci Uğur Mumcu’ya aittir : “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” – bazıları onu Kuran’dan bir ayet (Ali İmran-66) sansa da! Bilgi nerede bitiyor, fikir nerede başlıyor? Gün geçtikçe ikisi arasındaki sınır netliğini kaybediyor. Ayrıca “enformasyon”u da bu tabloya doğru yerleştirmek gerek.

Her devinim beraberinde önemli miktarda veri üretir. Bu veriler, bir mecraya kaydedilmezse, devinimle birlikte yok olup gider. İnsanlık tarihi boyunca veri önce insan beynine (sözel gelenek), yazı ile birlikte mağara duvarlarından kağıda (yazılı gelenek), en son olarak da dijital ortamlara (disk vb) kaydedilmekte. Kaydedilen veriye enformasyon denir. Müdahale edilmediği sürece veri de enformasyon da objektiftir; kişiden kişiye değişmez. Örneğin bir mitingde üç milyon kişi varsa, kayıtlara üç milyon olarak geçer; geçmelidir. “Yüz bin kişi vardı” diye açıklanırsa somut olan gerçek gölgelenmiş olur. Öyle kaydedilirse değiştirilmiş olur: Alternatifli gerçek!

İnsan yalnız değil. Zira bilgisayar da enformasyonu hangi konuda gereksinim duyuyorsa onun için “işler” ve “bilgi” üretir hale geldi. Üretilen bu bilgi, türüne göre, somut enformasyon da kişisel görüş de içerebilir. Üretilen “bilgi”yi sadece soyut bir olgu olarak değerlendirmemek gerek. Pek çok parçayı bir araya getirip onları farklı bir şekilde birbirine monte ederek üretilen bir cihaz da bu çerçevede bir tür bilgidir.

Enformasyon, bilgi tamam lakin fikir? Onun bu tabloda yeri nerede? Bilgi üretim sürecine dahil edilen objektif veri veya enformasyon miktarı azaldıkça, sonuçta üretilecek şey “bilgi”den ziyade “fikir” kutbuna doğru yaklaşacaktır. Bu modelde kişi objektif veri veya enformasyon yerine çoğunlukla iki kaynaktan beslenerek üretir. Çevresinin o konudaki “bilgisi” (gelenek, “nakil”) ve(ya) beş duyu organıyla şasi olarak algıladıkları.

Şu var ki en temel bilgi alanı matematik olmuştur; bu tür sübjektif veri kaynaklarıyla mücadelede. O nedenle muhafazakar veya tutucu toplulukların genç beyinlere matematik öğretilmesine karşı olmaları bir tesadüf değildir. Fıkradakinden farklı olarak bir artı bir (sorma amacı ne olursa olsun) iki eder. Oysa objektif enformasyona itibar edilmeyen diyarlarda bir artı birin sonucu ne arzu ediliyorsa o olacaktır (“ben dedim oldu”). İşin ilginci bu tür ben-dedim-oldu yaklaşımı giderek kişisel alandan kamusal alana taşıyor dünyada. Bu da global bir muhafazakarlaşmayı körüklüyor. Internetin yaygınlaşması bir “fikir”in somut bir “bilgi”ymiş gibi dünyanın her yanına yayılmasını kolaylaştırıyor. Bireyler inanmak istedikleri şeyleri bu sayede kolayca buluyor; böylece kendisini haklı çıkarıyor. Bozacının şahidi şıracı!

Tüm bu sürecin merkezinde ise olasılıkla insan beyninin temel bir özelliği yer alıyor: Daha az enerji ile çalışma refleksi. Tıpkı kestirme yolları tercih etmek gibi. Öte yandan eleştirel düşünce yani sorgulayıcı akıl tabanlı bir formasyon kazandırılırsa beyin bu kez de sormadan, sorgulamadan bir şeyi benimsemez hale geliyor. Artık “en kestirme yol” bu oluyor çünkü. 4-4-4, müfredatın öyle ya da böyle olması vs suyun üstünde kalan ikincil seviye dertler. Asıl nokta eğitim sisteminin, toplumsal hayatın bireyin sorgulayıcı olmasını sağlayıp sağlamadığı. Aileden başlayarak!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 74 – 25.08.2017)

BİLGİ ÇAĞINDA ENİS BATUR

Enis Batur’un Büyük Yapıt’ını bilgi çağı perspektifinden değerlendirdiğimizde karşımıza ne çıkar? Borges için cennet kütüphane ise Batur için ne olabilir?

Enis Batur’un her rengi bünyesinde barındıran “Büyük Yapıt”ını bilgi çağı perspektifinden değerlendirmek de mümkün. Büyük Yapıt’ı oluşturan kitapların bugün yüz altmışın üstünde olduğu söylenebilir. Ancak Yapıt salt kitaplardan oluşmuyor; makaleler, söyleşiler, taslaklar, TV-radyo yayınları. Ve daha bilmediğimiz başka neler.

(Nazım veya nesir olsun) Herhangi bir konuda kolaylıkla içerik bulunabilecek bu Yapıt’ın üstüne bilgi çağı şablonunu koyduğumuzda karşımıza nasıl bir tablo çıkar? Malum bilgi çağının temelinde bilgi yer alıyor. Bilgi olgusunu epistomolojik olarak incelediğimizde onu veri ve enformasyon olgularından ayırt edebilmek gerek. Veri, temelde bir devinimin geride bıraktığı izler olarak tanımlanabilir. Bu devinim evrenin herhangi bir yerinde gerçekleşebilir.

Enformasyon, devinimin ürettiği sonsuza yakın veri içinden yakalanabilenler kümesidir. Bu yakalama eyleminin tasdiki verinin bir yere kayıt edilmesidir. Evren, devinimleri nasıl kayıt ediyor bilmiyoruz (evrensel şuur, külli akıl?). Dünyadaki doğada bazı tespitler var (örneğin ağaçların gövde kesitleri). Ama insanın yakaladığı veriyi enformasyona hangi malzemeyi kullanarak dönüştürdüğünü biliyoruz: Veriyi nereye kayıt ettiğini.

İlk malzeme bellekti elbet. İnsan önce zihninde sakladı yakaladığı veriyi. Sonra onu kendisinin dışındaki malzemelere kayıt etmeye başladı (ki kendisinden sonraya da kalsın). Mağara duvarları ile başlayan bu süreç taşa-kağıda (taş/kil tablet, parşümen, kitap vd) oradan da dijitale (disket, sabit disk, CD, DVD vd) sıçradı. Bilgi ise kayıt edilmiş bu enformasyon ile kayıt edilmemiş veri karışımının insan beynindeki tefekkür sonucunda ortaya çıkan sonuçlardır (artık bilgisayarlar da bunu yapabiliyor).

Bu makaleyi okuma cefasına katlanan bir okur, bir devinim (okuma eylemi) içindedir örneğin; dolayısıyla da veri üretir. Bu makaleyi nerede, hangi tarihte, saat kaçta okumakta? O sırada çevresiyle etkileşimi nasıl? Belki de tam bu satır okunurken telefonu çalar. Çok güzel bir haber alır. Belki bir başkası tam bu satırı okurken kahvesinden bir yudum içer. Bir çocuk ağlar; üzülür.

Devinimin sonsuz olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Keza her birinin de sayılamayacak kadar çok veri ürettiğini. İnsanoğlu bilgi çağının sağladığı dijital imkanlarla belki de tarihinde ilk kez bu kadar çok veriyi yakalayabilmekte, onu enformasyon haline getirebilmektedir.

Bu çerçevede Batur’un onca edebi, yazınsal ya da yayınsal eyleminin aslında daha çok veriyi yakalamak, onları enformasyon haline getirmek ve “Bilgi”sini (yani Büyük Yapıt’ını) üretmek olduğu çıkarımında bulunabiliriz.

Batur yakaladığı veriyi sadece kendi düzleminde ele almamakta eserlerinde. Çarpraz bağlantılar kurarak ortaya çok disiplinli, holistik bir tablo çıkarmakta. Bugün elimizin altında internet varken bir Batur yazısı okumak ayrı bir keyiftir. Çünkü bahsettiği şehir, kişi, tablo veya müzik parçasına internetten o anda ulaşılabilir.

Öyleyse geçen 44 sene içinde yüz altmışın üstünde kitap üretmiş olması çok fazla değil tam tersi çok çok azdır. Borges için cennet kütüphane ise Batur için cennet “tam teşekküllü” bir yazı masası olsa gerek. Sonsuz kağıttan, defterden, dolmakalem ve kartüşünden, mürekkebinden oluşan. Ve belki de bizim bilmediğimiz başka şeylerden.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 48 – 24.02.2017)

BİLGİNİN MADDELEŞMESİ : TEKNOLOJİ !

Bilgi enerjiyse, bu enerjinin somutlaşarak maddeselleşmesine teknoloji denilebilir. Tüm bu enerji-madde dönüşümü ise tek bir amaca ulaşmak için yapılmakta!

Şu bir gerçek ki fizik-evrende yaşam ancak bir noktadan sonra var olabildi – yani olamayabilirdi de! Sonra doğanın her türlü yıkıcılığına karşı ayakta kalmayı başardı; manasını bunun ötesine götürdü: Bilincinde olduğunun bilincinde olan bir canlıya ulaşıldı. İnsan oldu. Şimdi de “insan olma”nın ötesine geçmeye çalışıyor. Neden? Yaşam; var olunca “en değerli olgu” haline geldi çünkü.

O sayede “süreklilik” belli bir disiplin altına alınabilirdi. Yaşamın sürekliliği merkeze kaydı. Onu geri bırakmaya neden olan (ölümcül) şeylerle mücade başladı. Görünen o ki insan dışındaki diğer canlılar doğanın egemenliğine üstün gelemedi. Doğa onları nasıl yaşamaya sevk ediyorsa o şekilde yaşıyorlar. Dışarıdan bakıldığında başka şeyler yapıyormuş gibi görünseler de zamanlarının büyük bir kısmı ancak ve sadece hayatta kalmak, yaşamı sürdürmek için gerekli olan zaruri eylemleri yapmakla geçiyor: Ye, üre !

Ve yine görünen o ki canlılığın bu kısır döngüyü aşmasını sağlayan yegane şey, akıl ! O da en en karmaşık haliyle sadece insanoğlunda var.

Akledebilme özelliği sayesinde insan önce doğaya meydan okudu, sonra da onun yıkıcı hallerinden etkilenmez (ölmez!) hale geldi. Bugün hala bazı istisnalar var (örn tsunami, deprem, global ısınma) ama belli ki onlar da zamanla aşılacak.

Lakin insanoğlu için sorun bitmiyor. Bu kez da “sonluluk” problemi var; hepimiz öleceğiz! İnsanoğlu bir yanda yaşamın süresini uzatmaya çalışıyor (kademeli ilerleme; anti-aging vd), diğer yanda ise akıla ulaştığındaki gibi bir sıçrama yapmak istiyor (yeni paradigma; robotlaşma, vücudun dijitalleştirilmesi, implantlar vd).

Yoksa bilimin de teknoloji üretiminin de felsefi yorumu bu mu? Dıştan bakınca teknolojik zamazingolar sanki insanın hayatını kolaylaştırmak için yapılıyor. (Daha da sığ bakılırsa, kapitalizmin dinamosu olarak). Bu doğru ama üstünde bir kaplama var. O kaplamayı kazıyınca iç mana olarak yukarıdaki sürecin izleri görülüyor. Taş Devri’nde insanlar taşların uçlarını sivriltirken niyetleri neydiyse bugün akıllı telefon icat ederken de niyet aynı.

Eylem de, üretim de, devinim de ancak ölümsüzlüğe ulaşıldığında son bulacaktır. Çünkü o zaman herhangi bir eylemin, devinimin anlamı kalmayacak. Örneğin islam dünyasında dünyevi şeyleri kalplerine koyanlar “şirk” ile suçlanabiliyor. Oysa belki de o kişiler bir dervişin zikir ile ulaşmaya çalıştığı makama ulaşmaya çalışıyor. Yollar farklı; niyet ve nihai hedef aynı.

O açıdan bakıldığında teknoloji için bilginin somut hale getirilmesidir denilebilir. Üretilmiş olan bir teknoloji insanoğlunun beyninde şekillenen bir fikrin, objektif ve anonim hale dönüştürülmesidir. Neden anonim? Çünkü bir bilgi teknoloji haline geldiğinde o artık herkesin olur. Bedelli veya bedelsiz.

Laf Pablo Neruda’ya geldi. İtalya’daki sürgün dönemini anlatan Postacı filminde ona mektup götürüp getiren postacı, kur yaparken şairin şiirlerini (kendi yazmış gibi) sevgilisine okur. Durum ortaya çıkıp da Neruda celallendiğinde, postacı üste çıkar : “Sen bir şiir yazıp yayınladığında o artık herkesindir”. Neruda susar! Kapitalizmi Neruda kadar yüce gönüllü olmamakla suçlayabiliriz. Ama ne gam ! En zengin kapitalistler de ölüyor!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 45 – 03.02.2017)

DİJİTAL KEDİLER !

Nesnelerin interneti dünyasında özel sensörlerle donatılmış eşyalar, veriden enformasyon üretme sürecindeki “yabancılaşma” sorununu çözebilir. Ama dijital kedilere karşı da çözüm üretip üretemeyeceği bir muamma!

Seçim sandıklarından çıkan oylar doğru sayılıyor mu? Kan testi sonuçları hastanın dosyasına doğru kayıt ediliyor mu? Doldurmuş olduğunuz başvuru formundaki bilgiler ilgili sisteme doğru giriliyor mu?

Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir. Hepsinin de ortak bir özelliği var. Devinimle oluşan veri ile onun kayda geçmiş hali olan enformasyon arasında asenkron bir bağlantı olması. Örneğin bir seçim sandığından çıkan oy zarflarıyla (veri) sonuçların yazıldığı sandık tutanağı ve onun seçim sistem yazılımına girilmiş hali (sırasıyla üretilmiş ve yeniden üretilmiş enformasyon) arasında canlı bir link, bağlantı yoktur.

O nedenle de sandıktan X partisine 49 oy çıkmış olsa bile eğer tutanağa bu 9 olarak yazılıyorsa ve oradan da sisteme 9 olarak giriliyorsa, bu maddi hata oluşma anında düzeltilemez. (Tutanağa doğru işlenmesi de riski ortadan kaldırmaz, bilgisayar ekranına giriş yapılırken de hata yapılabilir; böylece X partisine sandıktan 49 oy çıkar, tutanakta 49 oy aldığı yazar ama bilgisayardan girişi yapılırken 9 olarak girilebilir).

Buradaki temel sıkıntı nedir? İlgili enformasyonu, devinim oluşurken ortaya çıkan veriden soyutlanmış bir süreç ile üretmek! (Veri; oy verilirken, mühür kağıda basılırken, ilgili enformasyon ise yazıyla tutanağa işlenirken veya tuşlayarak bilgisayara girilirken oluşur).

Bugüne dek dışarıdan resme dahil edilen kontrol mekanizmaları hariç bu tür riskleri ortadan kaldırmaya yönelik bir çözüm bulunabilmiş değil. (Öte yandan bu tür risklerin illa ki bilinçli bir şekilde sahtekarlık amacıyla yapıldığını varsaymamak lazım; enformasyonun oluşma süreçlerinde rol alan kişiler “kazara” bu tür maddi hataları yapabilir).

Gelecekte bu tür sıkıntıları ortadan kaldıracak bir çözüm ufukta belirdi. Nesnelerin interneti ifadesiyle taçlandırılan “akıllı eşyalar”. Akıllı eşyalar, bünyelerindeki sensörler vasıtasıyla dış dünyadaki devinimleri algılayabilir hale gelmekte. Örneğin akıllı bir bardak, içine konan sıvının ne olduğunu tespit edebilir. Sıvı tamamen boşaldığında (ağız yoluyla içildiğinin de sensörler aracılığıyla algılanacağı varsayımı ile) bardağın kullanıcısının o gün ne kadar sıvı tüketmiş olduğu tespit edilebilir.

Bu tür “eşyalar” veriden ayrık bir enformasyon üretme sürecini gereksiz hale getirecektir. Çünkü devinim anında (sıvı içilirken) tespit edilen miktar tam o an enformasyona dönüştürülebilir; yani bir yere kayıt edilebilir.

Oy verme anında pusulanın üstünde basılan mührün lokasyonuna göre oyun hangi partiye verildiğini tespit eden bir oy pusulasına da “akıllı oy pusulası” dememek için bir neden yok!

Böylece oy kullanma süreci tamamlandığında, dijital bir komut ile bu akıllı pusulalar bünyelerindeki oyun hangi partiye ait olduğunu (herhangi bir insan müdahalesi olmadan) seçim sistemi yazılımına aktarabilir. Sandık tutanağı oluşturulurken veya bilgisayardan giriş yapılırken maddi hata yapıldı mı yapılmadı mı kaygısı da ortadan kalkar.

Peki bu hikayenin sonu mu? Hayır. Bu kez dijital kediler akıllı pusulalara yolda (oy bilgisi sisteme aktarılırken) müdahale edebilir. Daha “temizi” pusulalardan ne gelirse gelsin, sisteme daha önce girilmiş olan veriler ilan edilebilir. Yeter ki temel motto “Amaca giden her yol mübahtır” olsun!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 16 – 15.07.2016)

DİJİTAL ŞOVALYE

Muhafazakar akımların istilası ile gerileyen medeniyetleri şovalyeler kurtarmıştır. Bugün de dünyanın her yerinde toplumlar kendi şovalyelerini bekliyor. Bellidir ki bu kerre onlara “dijital şovalye” diyecekler!

4 Mayıs 2016 Çarşamba günü Hacettepe Üniversitesi’nde bir konferans verme imkanım oldu. Etkinlik, Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nün organize ettiği Çarşamba Konferansları serisi kapsamındaydı. Konferansımın adı “Dijital Bilgi Toplumu ve Sorunları” idi.

Bilgi Toplumu; sanayi toplumunu izleyen yeni bir halkadır ve sanayi toplumunun mimarlarının inadına karşılık, sanayi sonrası toplumun bir diğer adı değildir.

Bugün bilgi toplumunun ilk sıkıntısı “ortak dil” oluşturamamakla ilgilidir. Örneğin Türkiye’de bu topluma verdiğimiz isim bile bizi yanıltıyor. Bilgi toplumu derken kastettiğimiz şey “enformasyon toplumu” ancak biz onu “bilgi” kelimesi ile anıyoruz.

Benzer şekilde semantik olarak dijital yerli ile dijital göçmen kuşakları ayırt ederken de batının kuşak dönemlerini olduğu gibi alıyor, onun gerisindeki tanımı ülkemizdeki kültürel dinamiklere uyarlamıyoruz.

Bu uvertür sorunların yanında büyük sorunlar var. Bunların başında bilgi toplumunu oluşturan dijital altyapı unsurlarına herkesin eşit düzeyde erişememesinden kaynaklanan dijital uçurum olgusu gelmekte. Sanayi toplumunun gelir dağılımında yarattığı uçuruma bilgi toplumu adeta dijital uçurum ile cevap vermekte.

Bilgi toplumu ifade özgürlüğünün yaygınlaşmasına ön ayak alıyor. Öte yandan bununla birlikte yükselen iki temel sorun var. Birincisi nefret söylemi, ikinicisi de dijital gettolaşma. Herkes kendisini ifade ediyor, karşısındakine söz hakkı tanımak istemiyor, onu ötekileştiriyor ve kapılarını ötekilere sıkı sıkı kapattığı dijital kutuplarda kendisi gibi düşünenlerle totoloji oluşturuyor. Zaman zaman ötekilerle youtube videolarının yorumlarında buluşuyor ve birbirlerini karşılıklı eşsiz küfürler ederek selamlıyorlar.

Bir başka sıkıntı ekonomik alanda. Dijitalleşen ekonomi nesnelerin interneti ile her zamankinden çok daha büyük bir “tehdit” oluşturmaya başladı. Öyle ki bu aşamaya dek dijital ekonomiyi marjinal veya tamamlayıcı olarak nitelendiren çevreler nihayet bunu radara almaya karar verdi. 4. Sanayi Devrimi olarak paketlenen bu süreç aslında sanayi toplumunun tanımlamış olduğu bireyden bambaşka bir formasyona sahip insanların oluşturduğu yepyeni bir devrimdir; evrim ya da evre değil.

İşine geldiğinde kavramları eğip bükmekten geri kalmayan kapitalist düzen belli ki bu devrimi de bünyesine katabilmek için kelime oyunu yapıyor. Sanayi devriminin dördüncü evresi veya halkası diyeceğine bunu dördüncü devrim olarak nitelendiriyor. Bu sayede güya sanayi devriminin kendisi alternatifi olabilecek olgu olmaktan alternatifsiz bir meta-olgu düzeyine terfi etmiş olacak. Kapitalizm, modernite, sanayi toplumu hep kalacak ama bunun değişen teknolojilere göre yeni yeni devrimleri olacak! Yok öyle şey! Kapitalist ekonomi 80li yıllarda topu dikti, bunu ilan etmek otuz sene sürdü. Ancak kapitalizm dönemi o kadar uzun ve yıpratıcı oldu ondan sonra sosyalizm ve komünizmin geleceği öngörüsü zayıfladı. Gelmekte olan başka bir şey!

Bu eğilimler tüm dünyada toplumları daha muhafazakar hale getirmekte. Barbar akımların Avrupa’yı istila etmesiyle medeniyetin gerilemesi gibi 21. yüzyılın dünya medeniyeti de yeni bir gerileme dönemine girdi. O zaman olduğu gibi bugün de toplumlar kurtarıcı rolündeki şovalyelerin sahneye çıkmasını bekliyor. Bu kez çıkacak olanlar bellidir ki dijital şovalye olarak anılacak.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 7 – 13.05.2016)

UZAYIN (YENİDEN) KEŞFİ !

Nesnelerin Interneti sadece insanın günlük yaşamının konforunu artırmayı sağlamayacak, insanlığın önünde durun büyük problemlerin çözümünde de rol alacak. Nasıl mı? Veriyi yakalayabilme özelliği sayesinde.

 

Nesnelerin Interneti (“Internet of Things”) herkesin dilinde. Ancak bu olgu ile neler yapılabileceği konusunda, uzmanlar dışında, bilgi sahibi olan yok. Biraz araştıranlar, işin merkezinde cihazların kendi aralarında (insan dahli olmadan) iletişim kurma özelliğinin yattığını kolayca öğrenebilir. Bu iletişim sayesindedir ki artık o tür cihazlar “akıllı” diye anılıyor.

Ancak cihazların bu şekilde “akıllanması” aslında bilgi toplumu için can alıcı başka bir ögenin daha da netleşmesi açısından önemlidir: Verinin kayıt alına alınabilmesi, enformasyon haline getirilmesi.

Veri, temelde hareketin, devinimin ardında bıraktığı iz olarak tanımlanabilir. Devinim halindeki irili ufaklı her şey her an inanılmaz düzeyde veri üretmektedir. Ancak insanoğlu bu verinin çok marjinal bir kısmını kayıt edebilmektedir.

Neden? Çünkü insanın elinde kayıt edecek medya çeşidi yakın zamana dek çok azdı. Sadece insan hafızası ile kağıt-kalem bu işi görebiliyordu. Dijital teknolojilerin icadıyla birlikte bu alanda da yeni bir imkan doğdu. Bilgisayar, veri kayıt etmeye başladı. Zaten “Dünya için birkaç bilgisayar yeter” öngörüsünün gerisinde de bu yatar; “bilgisayar” çok yüksek hacimde veri işleme amacıyla kullanılacak cihazlardır; o kadar(!)

Dijital cihazların veriyi kayıt edip enformasyon haline getirmesi insanoğlunun bilgi üretim sürecinde bir kuantum sıçraması yapmasını sağladı. Nesnelerin Interneti ile insanoğlu çok daha büyük bir sıçramanın eşiğinde.

Nesnelerin internetinin temelinde yatan ve yazının girişinde ifade edilmeyen husus ise cihazlara bağlı sensörlerin varlığıdır. Bu cihazları “akıllı” yapan aslında bu sensörlere sahip olmasıdır. Sensörler sayesinde veri toplayabilir, bunları anlık olarak değerlendirebilirler.

Örneğin gelecek yıllarda giyeceğimiz spor ayakkabılarının tabanları sensörler sayesinde ayak tabanımızdan türlü veriler toplayabilecek ve bizim o anki yorgunluk durumumuzu tespit edebilecek. Benzer durumda daha önce neler yaptığımız enformasyonuna ulaşacak (diyelim ki taze sıkılmış portakal suyu içmek) aynı şeyi isteyebileceğimize “kanaat getirerek” bir başka akıllı cihaz olan kol saatimize bir sinyal gönderecek.

Kol saatimiz bizi uyararak, az sonra evde olunca mutfakta taze sıkılmış bir bardak portakal suyunun hazır olmasını isteyip istemediğimizi soracak. Evet dersek, bu kez kol saatimiz evdeki buzdolabına, meyve sıkacağına sinyaller gönderecek. Bu cihazlar da kendi aralarında iş bölümü yaparak portakalların sıkılmasını sağlayacak.

Akıllı nesnelerin sensörlere sahip olması, çevresiyle etkileşime girerek veriyi yakalayabilmesi yetmez! Bu enformasyon çok hızlı bir şekilde işlenebilirse, bilgiye dönüşebilir. O nedenle internet erişiminin, bulut bilişimin yaygınlaşması çok kritiktir.

Yakalanan tüm o veri, internet üzerinde sahibine ait bir yerde (“bulut”ta) depolanmalı, erişilebilmeli ve anlık olarak analiz edilebilmelidir. Yoksa bir değeri kalmaz; tazeliğini yitirir.

Bellidir ki nesnelerin interneti sadece bu türden konfora yönelik amaçlar için kullanılmayacaktır. Asıl değeri bugün insanlığın önünde duran büyük problemleri çözmedeki rolüyle anlaşılacaktır. Öldürücü hastalıkların ortadan kaldırılması, başka gezegenlerde yaşamın olanaklı kılınması gibi.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 6 – 06.05.2016)

DİJİTAL AKIŞ

21. yüzyılın öne çıkan dini, politik, felsefi veya dijital kanaat önderleri ayırıcı değil, birleştirici söylemi ve bununla paralellik arz eden eylemi benimseyip, icra edenler içinden çıkacak.

Soru şu: Problem hep vardı da biz mi bilemiyorduk, yoksa son dönemde mi bu denli arttı? Hangi problem mi? Bazı örnekler : Kadına şiddet, çocuğa cinsel taciz, köy/kasaba/varoş hayatındaki gizli yozlaşmışlık, vd.

Üretim-tüketim hacmini en üst seviyeye çıkarma sevdasındaki emperyalist anlayış (moda tabiriyle globalleşme) paranın, malların ve çalışacak insan gücünün ülke sınırlarından kolayca geçmesinin altyapısını kurmak üzere on yıllardır çalışıyor.

Fiziksel dünyada karşılaştığı zorlukları çözmek için bulmuş olduğu son çözüm sanal dünya. Bunun altyapısı da internet. Bu altyapıyı Afrika’daki son küçük kasabaya da götürme niyetinde olan globalleşme mentalitesi iki temel sorun ile karşı karşıya.

Birincisi açmış olduğu bu yoldan, şimdiye dek kapalı kalmış toplum veya toplulukların (sosyo-kültürel manada) da geçmesi ve kendilerini (kendi anladıkları şekilde) ifade etmeye başlamaları(nın açtığı nefret söylemi/eylemi).

İkincisi ise dijital dünyanın içine doğan yeni kuşakların hayatı farklı bir perspektiften değerlendiriyor olması.

Birinci sorun, gelecek çeyrek yüzyılda dünyanın yoğun bir muhafazakarlaşma, faşistleşme sürecine girmesine neden olacak. Bundan kaçış yok. Kıyıda köşede sıkışıp kalmış tüm o negatif enerjinin de “büyük toplam”ın içinde yerini alması gerek. İlk zamanlar bu negatif karışım büyük toplamı olumsuz yönde etkileyecek, ancak uzun vadede toplamın büyüklüğü galip gelecek. Her kaotik süreç düzenin hüküm sürdüğü platoda son bulur.

Bir başka deyişle kadına şiddet de, çocuğu istismar da hep vardı ama kapalı kutunun içinde kalıyor, dışarı çıkamıyordu. Bugün artık çıkıyor; dijital akışın önü kesilemiyor!

İkinci sorunun başrol oyuncuları olan dijital yerli kuşaklar (bugün itibariyle Y Kuşağı, Z Kuşağı diye bilinen ve Türkiye için 1990 sonrası doğumlular) sanayi devriminin hayatta kalan temsilcileri ile adı konmamış bir kavga halinde.

Öte yandan bu kavga dijital yerlilerin kendi geleceği ile ilgili olan ve birinci sorunun doğal neticesini oluşturan konuya odaklanmalarını engelliyor. Oysa dijital akışa kendini kaptırıp, hiç bilmediği dünyalarda kendini bulanları orada dijital altyapısı sağlam dijital yerliler karşılasa, onlara dijital oryantasyon eğitimi verebilse, bu muhafazakarlaşma veya faşistleşme süreci daha az acıyla atlatılabilir.

20. yüzyılın kaderini tayin etmiş olan ve II. Dünya Savaşı sonrası gelen iki kuşak (baby-boom yani 68 Kuşağı ile onun kahyalığını yapan “kayıp” X Kuşağı) yaratmış oldukları paradigmayı koruyacağım diye tüm dünyanın başına büyük bir dert olmuş durumda. Ne yazık ki İslam dinini “anti-tez” olarak ortaya atarak bu kök problemin gizli kalmasını sağlayamayacaklar.

21. yüzyılın öne çıkan dini, politik, felsefi veya dijital kanaat önderleri ayırıcı değil, birleştirici söylemi ve bununla paralellik arz eden eylemi benimseyip, icra edenler içinden çıkacak. Ötekilerini kimse takip etmeyecek!

“Benden sonra tufan” diyen ve sadece kendi çıkarını düşünen, kendine o yönde emirler yağdıran nefsin bilmesi gereken basit bir gerçek var : Sen hiç yoksun ki ! Bu denli ortalığı ayağa kaldırmakla değil kalıcı olmak var bile olamayacaksın.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 2 – 08.04.2016)