BİLGİ, İDRAK ve TEMİZ DÜNYA

“Biz büyüdük ve kirlendi dünya” ezgisi efkarlandırıyor ve belki de alkol tüketme arzusu doğruyor olabilir! Peki ya bu tepkinin kendisi de kirle(t/n)meye katkı sağlıyorsa?

 

“Biz büyüdük ve kirlendi dünya”! Yeni Türkü’nün Telli Telli şarkısında yer alan bu dize göründüğünden çok daha derin anlamlar barındırıyor. Şarkı aslında komşumuz Yunanistan orijinli. Haris Aleksiu’nun söylediği. Sözleri de farklı. Türkçe sözlerini uyarlayan ise iyi şair, yazar Murathan Mungan.

Dünya biz büyüyene kadar esasen temizdi de biz mi kirlettik onu, büyüyünce? Eğer öyleyse bizim küçüklük yaşlarımızın geçtiği yıllarda dünyanın temiz olması gerekirdi. Oysa o yıllarda çevremizdeki büyüklerin ağzından mutlaka yakınma sözleri duymuşuzdur. (Onların) Eski zamanların(ın) ne kadar temiz olduğuna, artık dünyanın ne kadar kirlendiğine dair. Demek ki bizim temiz dünyamız onların kirli dünyasıydı. O halde farklı bir açıdan değerlendirmeli.

Doğal olarak kirlilik temizlik mefhumu dünyanın içinden geçtiği zamanla ilgili değil; bizim birey olarak içinden geçtiğimiz zaman ile ilgili. Her şeyin saf olduğu o çocukluk dönemleri bizim güzel yıllarımızdı; dünya temizdi. Sonra büyüdük. Ölümü öğrendik, acıyı öğrendik; mutsuzluğu, adaletsizliği, haksızlığı öğrendik. Dünya kirlendi. Onu biz kirlettik.

Peki mutlak bir başlangıcı olabilir mi bunun? Doğal olarak metafiziğe başvurmak gerek. Örneğin Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi ile başlamış olabilir mi kirlenme? Daha da geriye gitsek. Adem ile Havva’nın cennetten kovulması mesela. Cennet hayatının en temel özelliği ölümsüzlük olsa gerek. Ölümsüzlük süreci belli ki üç aşamadan oluşuyor. Birincisi ölümü-ölümsüzlüğü bilmeden yaşamak (ve belki de ölmek). İkincisi öleceğini bilerek yaşamak (ve ölmek). Üçüncüsü hiç ölmeyeceğini bilerek “yaşamak”. Dinlerin cennet tanımı bu üçüncüsüne denk geliyor.

Bu noktada şu soru kritik: Birinci evre ile üçüncü evre arasındaki fark nedir? Bir canlı ölümlü olduğu halde öleceğini bilmeden yaşarsa bu cennet hayatı olmaz mı? Fark “idrak” becerisidir. Popüler kovulma hikayesinde de olduğu gibi bilgi ağacının meyvesinden yiyen ilk insanlar ölümlü olduklarını idrak ettiler. Gözlerindeki perde kalktı. Ve ikinci evreye geçildi.

O günden beri insan rahatsızlık duymadan kirletiyor dünyayı. Ta ki ölene kadar. Ölünce kirliliğe katkısı da bitmiş oluyor. Geriye ise bıraktığı tortu kalıyor. Ardından gelenler oyuna iyi niyetle başlıyor. Temiz. Sonra onlar da büyüyor ve kirletmeye başlıyor. Döngü böylece devam ediyor.

Fizik gözlüğünü takıp baktığımızda aslında birinci evrenin, üçüncü evreyi meşrulaştırmak için uydurulmuş olduğu yorumu getirilebilir. Her şeyin sonlu olduğu bir modelde sonsuzluk nasıl olacak? Cevap basit : Eskiden de vardı; oraya geri dönülecek!

Dünyayı kirletmeden geçip gitmek sanıldığı kadar zor değil! Formül basit: Dünyaya verdiğimiz, aldığımızdan daha çok olursa, geride bıraktığımız tortu kirliliği artırıcı değil, az da olsa onu temizleyici etki yapacaktır.

Benzer türde bir alışverişin izi kapitalizmde de var. Üretenler verdi, tüketenler aldı. Bir üreten yüzbin tüketen yarattığından bugünün sorunlarıyla boğuşuyoruz (cehalet, küresel ısınma vd). Ümit edilir ki dijital devrimle gelecek yeni bilgi toplumunda birinin üretimi milyonların tüketimini değil de üretimini tetikleyici bir unsur olur. “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” ezgisini duyan efkarlanıp alkol tüketmeye kalkmaz da daha çok şiir okumaya, “şiir”i anlamaya, belki de şiir yazmaya, müzik yapmaya kalkar mesela!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 66 – 30.06.2017)

DİJİTAL KÜLTÜR SORUNLARI

Yüzeydeki sorunlar ortak dil, ifade özgürlüğü, gerçeğin çarpıtılması olsa da derindeki sorun ekonomik: Kapitalizm, teknolojiyi dördüncü kez uşağı yapıp yoluna devam edebilecek mi; yoksa dijitalleşme sanayi toplumunun sonunu mu getirecek?

 

Dijital bilgi toplumuna doğru yol alıyoruz; ancak bir türlü ulaşamıyoruz. Çünkü hareket halinde olan sadece biz değiliz; hedef de yerinde durmuyor. Ona doğru bir adım atıyoruz, o sırada o üç adım ilerlemiş oluyor. O nedenle bize “teknoloji uzun, yaşam kısa” kalıyor.

Süratimizi düşüren olasılıkların başında temel (dijital) olgularla aramızdaki yapay soğukluk geliyor. Yapay çünkü yeni bir şeyi detaylı öğrenmeye, idrak etmeye vaktimiz yok.

“Bilgi toplumu” lafzının aslının “enformasyon toplumu” olduğunu bilmiyoruz örneğin. Objektif veri, enformasyon ile sübjektif bilgi arasındaki farkı idrak edemiyoruz. Bu bağlamda “veri” ile “enformasyon”un itici (üretici), “bilgi”nin ise keyif verici (tüketici) özelliklere sahip olduğunun farkında değiliz.

Dünyanın papağanıyız esasen dijital kuşakları tanımlarken; kendi realitemizden ise uzak. “Bilgisayar, internet ve cep telefonu olmayan bir dünyayı bilmeyenler” diye tanımlanan; 1981 ve sonrasında doğanları işaret eden “dijital yerli” tanımını aynen alıyoruz ama o tanımın bizdeki muadilinin 1991 olması gerektiğini “akledemiyoruz”.

İfade özgürlüğü resme girdiğinde tereddütsüz savunucusuyuz ancak “daha iyisi olsun” kaygısıyla yapılan eleştirilere tahammül edemiyoruz. Bizim gibi düşünmeyenleri dışlıyoruz. Dışlananlar da kendisi gibi düşünenlerle bir araya geliyor. Böylece oluşan dijital gettolar yılın kelimesi ilan edilen post-truth (gerçek-ötesi) olgusunu körükleyici bir unsur haline geliyor.

Her getto (aynı) tabloya bakıp onu kendi işine gelecek şekilde yorumluyor ve o gettodaki herkes o yorumu tek doğru kabul ediyor. Gerçek-Ötesicilik, gettoları dijital olarak birbirinden daha da uzaklaştırıyor. İşte muhalefetin sonu!

Dijital kafalarını ne kadar o gettolara sokmuş olsalar da bireyler fiziksel dünyada (hala) birbirine yakın yaşıyor. Yolları kesiştikçe de çatışıyorlar. İşte nefret söyleminin, nefret eylemine dönüşümü; işte terörün yükselişi.

Bilgi toplumu, sanayi toplumuna ve onunla gelen (ve iki yüz küsur yıldır deri değiştirerek ayakta kalmayı başaran) kapitalizme ilk defa yolun sonunun söz konusu olabileceğini gösterdi. Kapitalizm gerçekten de tarihe karışabilir; hem de beklenen, diyalektik (dış) rakibi sosyalizm sayesinde değil. İçten gelen bir dalga ile: Dijitalleşme !

Dijital ekonominin lezzeti 1995’ten beri alınmaktaysa da bugüne dek hep marjinal kaldı. Standard tüketim zincirinde, (yeterli parası olmadığı için) yer bulamayan bireye alternatif, ucuz tüketim modeli olarak konumlandırıldı (örn. araba alacak, taksiye binecek paran yoksa, tanımadığın yabancıların arabasına bin, birinci el eşya alacak paran yoksa, kullanılmışını al).

Internete bağlayacak insan (yağlı müşteri) kalmayınca, cihazlara yönelen internet canavarı, kapitalizmin dördüncü kez deri değiştirmesini sağlayacak mı? Dijital kültürün son ama en şiddetli sorunu (şimdilik) bu. Yaşanan 4. Sanayi Devrimi mi, müstakil bir Dijital Devrim mi?

Kapitalizm, dijitalleşmeyi o arzu ettiği yeni (“dördüncü”) evresine indirgemeyi başarsa bile kendisinin de ölümlü olduğunu anladı bir kere. Bu ölüm er ya da geç gerçekleşecek.

Çeşitli ülkelerde lafta kalmaya başlayan hukuk, demokrasi gibi olguların geçmekte olduğu süreçten kapitalizm de geçecek. Yerini daha iyisine (gönüllü) bırakmazsa, daha kötüsü (zorla) gelip herşeyi yüzlerce yıl geriye götürecek.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 43 – 20.01.2017)

GLOBAL DİJİTAL İSYAN

Internette arama yapmak ücretli olsa tüm dünyada kaç internet kullanıcısı isyan ederdi? Peki Facebook’a, Instagram’a, Twitter’a bir şey eklemek ücretli olsaydı?

Bedava olan her şey değersiz midir? Sadece maddi açıdan değil. Emek sarf etmeden mesela. Son yıllarda bu konu özellikle Cumhuriyet Devrimleri açısından gündeme getiriliyor. Benzer durumu bilgi toplumu açısından irdeleyelim.

Bilgi toplumunun en kritik olgusu olan nesnel enformasyonu elde etmek (ve ondan istifade ederek hayat kalitesini artırmak, ona anlam katmak) neden ıskalanıyor? Koskoca bilgi toplumundan anladığımız, “Dün akşam hangi arkadaşımız nerede ne yemek yemiş” fotoğraflarının izini sürmek mi?

Herhangi bir web sitesine gitmek için tarayıcımızın ilgili yerine web sitesinin adını bile yazmak pek çoğumuza zor geliyor. Tarayıcı açıldığında Google gibi bir arama motoru otomatik olarak açılıyor. Sitenin adını oraya yazıyoruz. Gelen listedeki web sayfa adresinin linkine tıklayarak ulaşıyoruz.

Buradaki değer-bilmezlik Google gibi arama motorlarının tüm o arama sonuçlarını ekranımıza ücretsiz olarak getiriyor olmasıyla da ilgili. Çünkü nesnel enformasyon bugün internette bedava.

“Buna da mı para ödeyeceğiz?” diye soranlardan içtiği suya para “ödemeyen” kaç kişi var? Neden musluklardan akan suyu içemiyoruz? Çünkü onu kirlettik. Enformasyon için dijital çağın “hava”sı deniyor; dijital soluk alıp vermeye imkan tanıyan. İklim değişikliklerinden dolayı yarın gereksinim duyduğumuz temiz havayı solumak için bile para ödemek zorunda kalır mıyız? Bir zamanlar musluklardan akan temiz suyu içenler, “Hiç şaşırmam” diyecektir. “Tüm renkleri hızla kirlettiğimize” göre. Dijital soluk alıp vermek için gerekli olan objektif enformasyon da benzer bir akıbetle karşı karşıya kalabilir.

Bugün enformasyona değil, ona ulaşmaya para ödeniyor. Neredeyse tüm yiyeceklerin bedava olduğu bir lokantaya giriş ücreti gibi. “İşte sana şu fiyata aylık şu kadar internete erişme kapasitesi; onunla ne yaparsan yap”. O aylık ödemeyi yapmadan ne yazık ki internete, enformasyona erişemiyoruz.

Yarın belki bu erişim ücreti farklı bir kılığa bürünecek. Belki internete erişmenin haricen bir fiyatı olmayacak ama başka müeyyideleri kabul etmek zorunda kalacağız. Diyelim ki her sene piyasaya çıkan akıllı telefon modellerinden birisini almak ve yıl boyunca onun taksitlerini ödemek zorunda kalacağız.

Şu an marjinal konumda olan enformasyona para ödeme modeli zaman içinde yaygınlaşabilir. Bugün bile iş dünyasında bazı fizibilite, simülasyon ya da tahmin raporlarına ücretsiz erişmek mümkün değil. Artık bireyler de herhangi bir konuda sahip olduğu herhangi bir bilgiyi internette para ile satışa çıkardığında yaygın olarak müşteri bulması söz konusu olabilir.

Bu ücretlendirmenin arama motoru seviyesine kadar ulaştığını düşünün. Para vermeden arama yapmak yok! 4. Sanayi Devrimi denilen evresindeki kapitalizm nihayet bilgi toplumunu esir alıp, onu kendi paradigmasına göre dönüştürürse, bugün dönüp yüzüne bakmadığımız, değerini bilmediğimiz pek çok ücretsiz bilgi toplumu imkanının yakın gelecekte ücretli hale geldiğini görebiliriz.

Ama merak etmeyin. Facebook’ta, Instagram’da paylaşımda bulunmak, Twitter’da dedikodu yapmak yine de ücretsiz kalacaktır. Yoksa isyan çıkar; tüm dünyada!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 39 – 23.12.2016)

ENFORMASYON ÜRETİR, BİLGİ TÜKETİR

“Enformasyon Toplumu” ifadesi üreticidir. Meydan okur: “İşte (belki de) sen olmasaydın bile bunlar olacaktı; oldu. Senin bundan sonrasına katkın ne olacak?”

 

Bilgi Çağı’nda ortak dil oluşturmak, ilgili olguları idrak etmek için çok önemlidir. Neden? Çünkü konumuz bilgi, sermayemiz bilgi, geçer akçe bilgi. Olguları doğru algılamazsak, faydalı sonuç üretmek mümkün olmaz.

Çok uzağa gitmeye gerek yok; “bilgi çağı” lafzının kendisine odaklanalım. Bu ifadenin İngilizcesi “Information Society”. Türkçe’ye kelime kelime tercüme edersek Enformasyon Çağı. Enformasyon çünkü “information” kelimesinin en iyi tercümesi olabilecek “malumat” sözcüğü biraz yaşlıca !

“Bilgi Çağı” ifadesini İngilizce’ye çevirdiğimizde ise karşımıza çıkan sonuç “Knowledge Society”. Peki sıkıntı basit bir tercüme sorunu mu? Hayır. Daha derin. Enformasyon ile bilgi olgularının işaret ettiği şeyler arasında dağlar kadar fark var.

Basitçe enformasyon, verinin kayda geçirilmiş halidir ve nesneldir. Bilgi ise kayda geçirilmiş enformasyon ve/veya (kayda geçirilme gereksinimi duymayan) verinin işlenmesi sonucunda elde edilmiş çıktılardır. Bu işleme süreci, önceden belirlenmiş bir amaca ulaşmak, bir sorunu çözmek üzere gerçekleştirilir. O nedenle de aynı veri/enformasyon yığını (büyük veri) üzerinde çeşitli amaçlarla çeşitli işlem (analiz) yapılabilir. Sonuç olarak da çeşitli bilgiler üretilebilir. Çıkış noktasındaki amacın çeşitliliğinden dolayı “bilgi” özneldir; nesnel değil.

Tüm bu detaylar neden? Çünkü Enformasyon Toplumu, bu olguları idrak etmiş bir çevrede analiz yapmayı, bir soruya, bir soruna çözüm arama gereğini, ulaşılması istenen bir amacın var olması gerektiğini de zihinlere anımsatır. Bu nedenle Enformasyon Toplumu ifadesi üreticidir. Bireyi, toplumu gözlerinin önündeki realiteyi kullanarak bir şeyleri değiştirmeye sevk eder. Ona meydan okur. Der ki : “İşte (belki de) sen olmasaydın bile bunlar olacaktı; oldu. Senin bundan sonrasına katkın ne olacak?”

Peki yukarıdaki tanım çerçevesinde “bilgi toplumu” ifadesi ne tür bir mesaj vermekte? Yani birileri gelmiş, soruları sormuş, sorunları tespit etmiş, amaçları belirlemiş. Bu çerçevede veri ve enformasyon üzerinde araştırmalarını yapmış; sonuçları üretmiş. Yani bilgiyi. Geriye ne kaldı?

Sığ bakarsak geriye kalan bu bilgiyi tüketmektir. Birileri küçücük bir cihazın içine o kadar işlevin nasıl sığdırılabileceği üzerinde çalışır; diğerleri de parası neyse verip onu satın alır ve kullanır. Daha da beteri eğer cebinde onu alacak parası yoksa, ne yapar eder, borç bulur ama sonuçta ona sahip olmasını bilir. Daha derinlere inersek, “bilgi toplumu” lafzının aklı sorgulamaktan, araştırmaktan, meraklanmaktan, irdelemekten alıkoyduğunu, kendisine sunulan şeyleri kabul etmeye şartlandırdığını görebiliriz.

Bilgi Toplumu ifadesi bizi tüketmeye yönlendirmekte. Enformasyon Toplumu ifadesi ise üretmeye. Bunun idrakinde miyiz? Bu konularda herhangi bir saha araştırması, akademik çalışma yapıldı mı? Bu tespitlerin olumsuz etkilerinden nasıl kurtulabileceğimiz üzerinde öneriler üretildi mi? Daha da önemlisi “Enformasyon Toplumu” lafzı yerine, bizi de üretmeye sevk edecek öz Türkçe bir ifade bulundu mu?

Dezenformasyon veya algı yönetimi konusuyla ilgili başrol oyuncularını derinlerde aramaya gerek yok. (Bilinçli veya bilinçsiz) yanlış kullanılacak bir kaç kelime veya olgu müthiş sonuçlar üretecek potansiyelde. Malum “Bilgi Çağı”ndayız!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 15 – 08.07.2016)

DİJİTAL ŞOVALYE

Muhafazakar akımların istilası ile gerileyen medeniyetleri şovalyeler kurtarmıştır. Bugün de dünyanın her yerinde toplumlar kendi şovalyelerini bekliyor. Bellidir ki bu kerre onlara “dijital şovalye” diyecekler!

4 Mayıs 2016 Çarşamba günü Hacettepe Üniversitesi’nde bir konferans verme imkanım oldu. Etkinlik, Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nün organize ettiği Çarşamba Konferansları serisi kapsamındaydı. Konferansımın adı “Dijital Bilgi Toplumu ve Sorunları” idi.

Bilgi Toplumu; sanayi toplumunu izleyen yeni bir halkadır ve sanayi toplumunun mimarlarının inadına karşılık, sanayi sonrası toplumun bir diğer adı değildir.

Bugün bilgi toplumunun ilk sıkıntısı “ortak dil” oluşturamamakla ilgilidir. Örneğin Türkiye’de bu topluma verdiğimiz isim bile bizi yanıltıyor. Bilgi toplumu derken kastettiğimiz şey “enformasyon toplumu” ancak biz onu “bilgi” kelimesi ile anıyoruz.

Benzer şekilde semantik olarak dijital yerli ile dijital göçmen kuşakları ayırt ederken de batının kuşak dönemlerini olduğu gibi alıyor, onun gerisindeki tanımı ülkemizdeki kültürel dinamiklere uyarlamıyoruz.

Bu uvertür sorunların yanında büyük sorunlar var. Bunların başında bilgi toplumunu oluşturan dijital altyapı unsurlarına herkesin eşit düzeyde erişememesinden kaynaklanan dijital uçurum olgusu gelmekte. Sanayi toplumunun gelir dağılımında yarattığı uçuruma bilgi toplumu adeta dijital uçurum ile cevap vermekte.

Bilgi toplumu ifade özgürlüğünün yaygınlaşmasına ön ayak alıyor. Öte yandan bununla birlikte yükselen iki temel sorun var. Birincisi nefret söylemi, ikinicisi de dijital gettolaşma. Herkes kendisini ifade ediyor, karşısındakine söz hakkı tanımak istemiyor, onu ötekileştiriyor ve kapılarını ötekilere sıkı sıkı kapattığı dijital kutuplarda kendisi gibi düşünenlerle totoloji oluşturuyor. Zaman zaman ötekilerle youtube videolarının yorumlarında buluşuyor ve birbirlerini karşılıklı eşsiz küfürler ederek selamlıyorlar.

Bir başka sıkıntı ekonomik alanda. Dijitalleşen ekonomi nesnelerin interneti ile her zamankinden çok daha büyük bir “tehdit” oluşturmaya başladı. Öyle ki bu aşamaya dek dijital ekonomiyi marjinal veya tamamlayıcı olarak nitelendiren çevreler nihayet bunu radara almaya karar verdi. 4. Sanayi Devrimi olarak paketlenen bu süreç aslında sanayi toplumunun tanımlamış olduğu bireyden bambaşka bir formasyona sahip insanların oluşturduğu yepyeni bir devrimdir; evrim ya da evre değil.

İşine geldiğinde kavramları eğip bükmekten geri kalmayan kapitalist düzen belli ki bu devrimi de bünyesine katabilmek için kelime oyunu yapıyor. Sanayi devriminin dördüncü evresi veya halkası diyeceğine bunu dördüncü devrim olarak nitelendiriyor. Bu sayede güya sanayi devriminin kendisi alternatifi olabilecek olgu olmaktan alternatifsiz bir meta-olgu düzeyine terfi etmiş olacak. Kapitalizm, modernite, sanayi toplumu hep kalacak ama bunun değişen teknolojilere göre yeni yeni devrimleri olacak! Yok öyle şey! Kapitalist ekonomi 80li yıllarda topu dikti, bunu ilan etmek otuz sene sürdü. Ancak kapitalizm dönemi o kadar uzun ve yıpratıcı oldu ondan sonra sosyalizm ve komünizmin geleceği öngörüsü zayıfladı. Gelmekte olan başka bir şey!

Bu eğilimler tüm dünyada toplumları daha muhafazakar hale getirmekte. Barbar akımların Avrupa’yı istila etmesiyle medeniyetin gerilemesi gibi 21. yüzyılın dünya medeniyeti de yeni bir gerileme dönemine girdi. O zaman olduğu gibi bugün de toplumlar kurtarıcı rolündeki şovalyelerin sahneye çıkmasını bekliyor. Bu kez çıkacak olanlar bellidir ki dijital şovalye olarak anılacak.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 7 – 13.05.2016)