DİJİTAL KAST SİSTEMİ

Internet dijital bir kast sistemini kurmak için istismar mı ediliyor? Yoksa dijital devrim son iki yüz elli yılın normlarını kökten değiştirecek mi?

 

Bireyin ilerlemesi, kendisini geliştirmesi bir zorlama mı? Yapay zeka insanın yerini aldıkça bu soru kafaları daha çok kurcalayacak gibi. Örneğin Homo Sapiens ve Homo Deus kitaplarıyla büyük sükse yapan Harari, bu yıllarda doğan bireylerin hayatları boyunca en az beş farklı mesleği deneyimlemek zorunda kalabileceğinin altını çiziyor. Çünkü yapay zeka geliştikçe, yaratıcı beceri gerektirmeyen işler insandan makineye kayacak. Peki bireye ne olacak?

İnsanı ilerlemeye-gelişmeye iten toplumsal dinamikler nelerdir? Bu soruyu sanayi toplumu refleksiyle cevaplamak gerekirse “üretim-tüketim zincirinde yerini alması” öne çıkabilir. Yoksa bireyin gelişmesi kimin umurunda? İşgücü süreci, öğrenme becerisi olan makinelere, yapay zeka yazılımlara geçerse toplum bireyin gelişmesini, ilerlemesini hala isteyecek mi?

Risk almaya gerek görmeyecek mi yoksa? Bireyi daha yaşamının başlangıcında testten geçirip, ona sabit bir rol-görev mi biçecek? Örneğin ilköğretim performansına bakıp, onun üniversite eğitimi almasının iyi bir yatırım olmayacağı hükmüne mi varacak? Dünyanın pek çok ülkesinde sınırlı arza sahip yüksek öğrenim, sadece onu hakedenlerin(?) erişimine mi açık olacak?

Eğitim söz konusu olduğunda pek çok insan bu tür bir ayrımı makul karşılayabilir. Böylece dünyada milyonlarca ailenin üstünden de ciddi bir maliyet yükü kalkar. Bu sınırlandırma yaşamın başka alanlarına da sirayet ederse? Diyelim ki ailenin sosyo-ekonomik özelliklerine bakılarak, yetişecek bireye sosyo-kültürel yaşamın belli alanları açılıp, belli alanları kapatılırsa? Ailede sanatsal bir geçmiş yoksa, çocuklarının ressam-müzisyen olmasına neden imkan tanınsın ki? Büyük bir olasılık çocuk da ebeveyninin izinden gidecektir; gitmelidir!

Ya dijitalleşme, internet (farkında olunsa da olunmasa da) gelecekte ortaya çıkacak böyle bir dijital kast sisteminin altyapısını oluşturuyorsa? Elbette ki “demokrasi ile yönetilen ülkelerde” bu tür kast sistemine benzer sınırlamalar resmileştirilemeyecektir. Ancak pratikte bireyin kaderini değiştirmesi giderek daha da zorlaşacaktır. Diğer ülkelerde ise birey belki de zamanının büyük bir kısmını ancak hayatta kalmak için harcamak zorunda kalacak-bırakılacaktır. Sınıf atlaması ne demek?

Cevabı zor sorular! Peki bugün durum çok mu farklı? “Farklıdır; fazla da uzağa gitmeye gerek yok, kendi ülkemize bakalım” denilebilir. Yetişmiş kadroları olmadan 20. yüzyıla başlayan ülkemizde toplumun her kesiminden bireylere fırsatlar sunmak belki de bir gereklilikti. Ancak şimdi aradan yüz yıl geçti. Ayrıca borç-harç da olsa, ithal de olsa, işgücünün yerine kullanılacak akıllı makinelere sahip olmak Türkiye için de olası. Öyleyse neden hala fırsat eşitliği sağlanmak istensin ki?

İlginç bir husus daha söz konusu. (Diyelim ki) Otuz sene önce, yetişmiş işgücü olmadığı için bazı imkanlara sahip olan, bazı konumlara gelen bireyler; yarışa bugün başlıyor olsalardı aynı performans ile aynı yerlere gelebilirler miydi? Türkiye’de ya da başka bir ülkede?

Kanıksanmış, kabul edilmiş “normal” olgusunun bile tanımının değiştiği bir devir. Sanayi toplumunun kurmuş olduğu mevcut dünya düzeninin her cephede çatırdaması. Bu zincirleme reaksiyonun tetikleyicisi müstakil bir paradigma ya da (dijital) devrim değilse nedir?

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 132 – 05.10.2018)

DİJİTAL AYDINLANMA

“Bardağın içindeki sıvıyı içtiğiniz anda sağlık sigortanız iptal edilecektir; devam etmek istediğinizden emin misiniz?”

 

Doğuya da bakılsa batıya da yol aynı yol. Sadece adı farklı: Kendini bil, kendini tanı, içine bak, her şey içimizde, iç sesini dinle, uzakta arama, bir ben vardır bende bende içeri vs. Pek çok bireyin yaşamı boyunca ya başlayamadığı ya da tatminkar bir mesafe katedemediği derin bir iç yolculuk.

Dijitalleşme acaba bu iç yolculuğa yeni bir bakış açısı getirebilir mi? Belki daha iddialı sorular sormalı: Dijital dönüşüm bireyin bu iç yolculuğunda her zamankinden çok daha fazla yol almasını sağlayabilir mi? Belki de tamamlamasını? Adeta dijital bir aydınlanma!

Peki içimizdeki o bir türlü bilemediğimiz, çözemediğimiz bir başka “biz”i dijitalleşme nasıl ortaya çıkaracak? Cevap belki de şu: İçimizden daha çok veriyi kazıp çıkararak. İster biyolojimizle ilgili olsun ister beynimizle. Anlık ruh hallerimiz nasıl? Neden öyle? Vücudumuzun bir parçası haline gelecek nano teknoloji ürünü dijital algılayıcılar içimizde kopan fırtınaları en ince detayına kadar tespit edebilir, onları “dışarıya” aktarabilir. Aktarılan  o veriyi inceleyecek özel bir kişisel analiz yazılımı bize kendimizle ilgili adını koyamadığımız geribildirimi verebilir.

Buna rağmen hikayenin nasıl gelişeceği şüpheli. Diyelim ki bir kaç gözüpek mucit çıkıp bu işe yarayacak dijital teknolojileri icat etti. Kişi bu deneyimden geçmeyi isteyecek mi? İstedi diyelim. İçinden gelecek sesleri duydukça ne yapacak? “Dijital Aydınlanma” yazılımı az önce neden sinirlendiğini, şu kişiye karşı neden toleranslı davrandığını da ötekine aynı esnekliği göstermediğini, enginar yemekten neden hoşlanmadığını vs vs anlık olarak kulağına fısıldadıkça kişi acaba ne yapacak?

Kendisini en ince detayına kadar inceleyen, anlık olarak sürekli tanıyan, sürekli güncelleyen bir birey! Sürekli aydınlanan, sürekli bir yaşına daha giren bir birey! Peki birey buna ne kadar hazır? Şurası bir gerçek ki belli bir yaşa kadar böyle bir geribildirim mekanizması ile destekli yaşamamış, “yetişmemiş” bir kişi yaşamının kalan kısmında böyle bir şeyi istemeyebilir. Başlangıçta bunu reddetmez belki. Ancak karşısına günde elli tane düzeltmesi gereken defolu parçası çıktıkça bir noktadan sonra “Ben buyum!” tembelliğinin ardına sığınmayı tercih edebilir.

Anlık veri ile beslenen böyle bir dijital mekanizmayla büyüyen birey için pek bir seçenek yok. Bugün dünyada olan ve Harari’nin “verizm” dediği dönemi de görecek bireyler büyük bir olasılıkla sağlık sigortasını kaybetmemek için bu teknolojilerle etkileşim kurmayı kabul etmek zorunda kalacak. Felekten bir akşam çalıp, alkollü içki içmeye mi niyetlendin? “Bardağın içindeki sıvıyı içtiğiniz anda sağlık sigortanız iptal edilecektir; devam etmek istediğinizden emin misiniz?”

Aldığı ilk nefesten beri böyle bir imkanla yetişmiş kuşaklar ise kendini bilmemenin ne demek olduğunu bilemeyecekler ki bir şeyin eksikliğini hissetsinler. Ancak yazar, şair atalarının kendini arayışla ilgili eserlerini okuyacak kadar meraklı olanlar böyle bir eksiklik türünün de olabileceğini tespit edebilir, daha da ileri gidip kendini tam bilmeden yaşamanın nasıl olacağını deneyimlemek isteyebilirler. Dijital kısır-döngü!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 98 – 09.02.2018)

DİJİTAL DİKTA ve VERİZM

Harari’ye göre 21. yüzyıla “veri” damgasını vuracak. Bireyin vücudunun işleyişine ait veri. Ona sahip olan yeni “dijital” bir diktatörlük kurabilir.

 

Bir doktor kontrolünde sizden kan tahlili istendiğinde bunu sorguluyor musunuz? Oysa TC Kimlik No veya kredi kartı bilgilerinin istendiği durumlarda bunu sorgulayacak kadar farkındalığımız var. Homo Sapiens ve Homo Deus’un yazarı Harari’ye göre kişinin kendi vücudunda ve beyninde gerçekleşmekte olan biyokimyasal devinimle ilgili veri bu yüzyılın en kritik, en çok istenen verisi olacak.

Aslında bunun temelinde basit bir gerçek yatıyor: Bireyi daha yakından tanımak. Bugüne dek CRM şemsiyesi altında toplanan dijital izler kurum veya kuruluşlara bireyin gündelik hayatında yaptığı şeylerle ilgili veri sağladı: Ne zaman nereye gitmiş, ne yemiş, ne satın almış vb gibi. Bu veri tabanı güzel sonuçlar da üretti; üretiyor. Çünkü o denli güçlü bir rakibi yoktu.

Hal böyleyken bilişim ve biyoloji alanındaki gelişmeler giderek insan vücuduna doğru odaklanıyor. Bu vücudun içinde neler oluyor? Göz hareketlerinden tutun da kan basıncına dek vücuttaki değişikliklerin an-be-an kayıt edildiğini düşünün. Sonra da bu veri işlenerek neler yapılabileceğini?

Sigorta şirketiniz, gönüllü olarak vücudunuzdaki biyokimyasal değişimler hakkında anlık veriyi yakalayan ve kendi veri merkezine transfer eden hap büyüklüğündeki dijital bir zamazingoyu yutmayı kabul etmezseniz sizi sigortalamayacağını söylese ne yaparsınız? Büyük bir olasılıkla bugün doktorunuz kan tahlili istediğinde ne yapıyorsanız onu. İçinizde bir şüpheyle beraber: Acaba gerekli mi?

En gelişmiş teknolojileri kullanan kapitalizm bireyin vermiş olduğu kararların sonuçlarını kayıt eder hale geldi. Nereye gitmiş, ne satın almış, ne yemiş vs. Ama bu sonuçları üreten karar verme mekanizmasının duygusal nedenlerine inemedi. Neden oraya gitmiş? Neden onu satın almış? Neden o lokantada değil de bu lokantada yemek yemiş? Dijital teknolojik yönelim kapitalizmin esaretinden kurtulamazsa şimdi bu yöne gözünü dikmiş durumda. Harari’ye göre bunun potansiyel sonucu dijital diktatörlük.

Tarım toplumunda toprak değerliydi. Sanayi toplumunda makineler. Peki 21. Yüzyılda ne değerli olacak? Harari’ye göre veri. O nedenle belki de bu döneme “verizm” (“dataism”) de denilebilir diyor. Dijital dünyanın buna bulduğu teknik isim malum “büyük veri” (big data). Toprak ağaların ya da makineler büyük şirketlerin-devletlerin eline geçtiğinde ortaya çıkan şey feodal ya da kapital dikta ya demek ki insan vücuduna özgü veri hakkında tekel oluşursa ortaya dijital bir dikta çıkacak.

Malum bugün birey hakkında elinde en çok veri tutan dijital şirketler Google, Facebook Amazon vb. Acaba gelecekte insan vücudunun ürettiği veriye de bunlar mı sahip olacak? Yoksa ortaya yepyeni dijital şirketler mi çıkacak? Bir damla kanınızı örnek olarak verin, sizi her türlü kanserden koruyacak aşı yapalım diyecek bir şirket müşteri bulmakta zorlanmazdı sanırım. Tıpkı yıllar önce Gmail’in şu şu bilgileri kayıt formuna girin size 1 Gb.lık ücretsiz eposta alanı tahsis edelim dediği gibi.

Esasen dört milyar yıldır değişmeyen canlılık, doğal seçilim mekanizması Harari’nin dediği gibi değişecek mi? Evrim “artık” akıllı bir tasarımın yönlendirmesine göre mi devam edecek? İnsanın dijital olarak kurmuş olduğu?

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 97 – 02.02.2018)

İNORGANİK CANLI

Bir yanda özerk nesneler, diğer yanda atomik düzeyde yeni malzeme üretim modelleri. Bu “devrim”ler insan biyolojisini de “canlılık” olgusunu da değiştirme potansiyeline sahip.

 

Değerli Ağabeyim Faruk Memioğlu için

Çok uzakta değil hemen Atlantik’in iki yakasında iki ayrı “teknolojik devrim” aynı anda vücut buluyor. Avrupa’dakine 4. Sanayi Devrimi, K.Amerika’dakine ise 5. Sanayi Devrimi deniyor. Her ikisi de “dijital devrim”i esir almış, Sanayi Toplumu’nu 80lerden beri içine girmiş olduğu bunalımdan kurtarmaya çalışıyor.

Adlarındaki ideolojik (sübliminal) mesaj bir yana, 4. Sanayi Devrimi rutin süreçleri insan olmadan gerçekleştirecek robot(umsuları) yapmaya odaklanmış durumda. 5. Sanayi Devrimi ise üretim sürecindeki malzemeyi atomik düzeyde üretme peşinde. 4. Sanayi Devrimi ile mavi yakalı işgücü insandan robota geçecek. 5. Sanayi Devrimi ile akşam yemeği özel bir yazıcıdan alınacak çıktı formatına dönüşecek.

Lakin tüm bu “devrimler” insanın (biyolojik) yakasını da bırakmayacak gibi. Homo Sapiens ve Homo Deus kitaplarının yazarı Harari şu tespiti yapıyor : İnsan inorganik bir canlı haline dönüşecek! “İnorganik canlı” oksimoron bir ifade (“canlı cenaze” gibi). Ancak gelecekte “insan”ın alacağı hali bugünün terimleriyle başka türlü açıklamak da olası değil.

İnsan (biyolojik açıdan) nedir? Karbon temelli hücrelerden, organlardan oluşan bir canlı. Yakın gelecekte bu canlı formun bünyesine karbon dışı malzemelerden yapılmış parçalar eklemek mümkün hale gelecek. Belki de ilk etapta bu parçalar mevcut organlar şeklinde, büyüklüğünde vb olacak.

Şu bir gerçek ki organlardan beklenen işlevini görmesidir; büyük olması değil. İnsan yumruğu büyüklüğündeki kalp bugün için o büyüklükte olmak zorunda. Ya karbon harici bir malzemeden kalbin işlevini birebir görecek yeni bir “organ” yapılırsa. Ya bu “organ” (diyelim ki) bir fındık büyüklüğünde olursa.

Madem ki organların işlevini yitirmeden hacimsel olarak küçülmesi söz konusu olabilecek; bu durum insan fizyolojisini ne tür bir evrimsel sürece sokacak? Akla Spielberg’in ünlü Yapay Zeka filmi geliyor. Son sahnelerdeki (büyük bir yıkıma uğramış ve canlı varlıkları yok olmuş dünyaya başka bir gezegenden gelen) canlı formların vücudu neredeyse “Cin Ali” şeklinde kibrit gibidir. İncelmiş karın, uzamış parmaklar vb. Belli ki kalp, karaciğer, mide vb fındık büyüklüğüne indirgenmiş (belki bir kısmı gereksiz hale gelmiş, toptan yok olmuş). Birbirleriyle telepatiyle iletişim kurarlar; konuşmak diye bir şey kalmamıştır.

Ancak bu tür paradigmatik dönüşümler, mevcut “norm” tanımlarımıza uymadığı için kafa karıştırıcı olabiliyor. Oysa 21. yüzyılın başında idrak edilmekte olan dijitalleşme norm olgusunu değiştirmekte, dönüştürmekte. Artık herhangi bir konu için “normal” denilen şey yeniden tanımlanmakta. Sosyalleşmek, iletişim kurmak, alışveriş yapmak vb ile başlayan bu süreç zaman içinde “daha ciddi” konulara da el atacak; belli.

Kaçınılmaz olarak “insan” gibi, “canlılık” gibi olguları da yeniden tanımlamak zorunda kalacağız; er ya da geç! İşte o zaman bugünün inorganikler kümesi ile organikler kümesi belki de birbirine karışmaya başlayacak. Bu bir yandan (aşağı doğru) “canlılık aminoasitlerin oluşmasıyla başladı” temel normunu gözden geçirmeye götürecek bizi, diğer yandan (yukarı doğru) tanrı olgusunu. Belki o zaman “ilk sebep” kavramı da geniş kitlelerce daha sağlıklı idrak edilebilecek.

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 49 – 03.03.2017)

GERÇEK Mİ, YORUM MU?

İnsanlık gerçek-ötesi (post-truth) dünyada son bir kaç yıldır mı yaşıyor? Yoksa dünya hep böyle miydi? Dijital Yerli kuşaklara bırakılacak en büyük sorun nedir?

A.Manguel’i tanımayan kitapçoksever azdır. Yeni kitabı geçtiğimiz günlerde “Gezgin, Kule ve Kitapkurdu” adıyla Yapı Kredi Yayınları’ndan yayınlandı.

Girişteki alıntı günümüzün gerçek-ötesi (post-truth) bakış açısıyla hoş bir paralellik arzediyor. Fark şurada ki söz yüz küsür sene önce ünlü filozof F.Nietzsche tarafından söylenmiş: “Gerçek diye bir şey yoktur; onlar yorumdur”.

Ne müthiş tesadüf değil mi? Tam da post-truth (gerçek-ötesi) lafzının yılın kelimesi seçildiği bir zamanda! Geçtiğimiz günlerde ülkemizi ziyaret eden, Homo Sapiens ve Homo Deus kitaplarının yazarı Y.N.Harari’nin Mehveş Evin’e vermiş olduğu bir röportajda belirttiği gibi : “Ne zaman gerçeğin çağını yaşadık? (…) Tarih boyunca gerçeği eğip büken, gizleyen güçlü ideolojiler, dinler hep oldu. Tamamen sorgulanabilir gerçekler ve kanıtlar üzerine kurulu bir topluma rastlayamazsınız”.

Peki bu durumda sıkıntı nerede? Tarih boyunca üç aşağı beş yukarı benzer bir modelde yaşanmışsa neden bugünün gerçek-ötesi söylemlerine itiraz ediliyor?

Çok incelikli olmasa da şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Her kişi, toplum, kültür, ülke, ideoloji vb. kendi derinliğine göre yeri geldiğinde gerçek-ötesi tarafı kullanabilir. Bugünün popülist siyasi iktidarları da onları destekleyen bireyler de dünyanın her yerinde kendi derinliklerine göre gerek duydukları anda gerçek-ötesi tarafa geçebiliyor(uz).

Temel rahatsızlık bu olmasın? Daha derinlikli olanların sığlıktan duyduğu… Ya bunu gerçek-ötesi paketine sarıp, onun devreye sokulmasını eleştirerek yapıyorlarsa (böylece kitlelerin bilinçaltına “Ama biz böyle yapmıyoruz” mesajını da yerleştirmiş oluyorlarsa).

Bir insanın vücuduna elektrik vermek işkenceyken, başına bir kova geçirip, tepesinden saatlerce su damlatmak, birisini kırk derece sıcağın altında saatlerce bekletmek, düzenli alması gereken ilaçları zamanında vermemek vd. işkence değil midir?

Dünyanın neresinden olursa olsun, gücü elinde tutanların (zorla veya değil ama daima) haklı olduğu kanıtlanmış bir yeryüzü kültüründen bahsetmiyor muyuz? Eleştirilen şey yönetime yeni gelenlerin, o ülkenin elit yönetici sınıfı tarafından “sınıfa uygun” bulunmuyor olmasıdır belki de.

Bu süreci, değişimi yeryüzü kültürü ilk defa mı yaşıyor? Örneğin imparatorluk, krallık gibi yönetim modellerinden halkın oyu ile yetkilendirilen görevlilerin icracı olduğu yönetim modellerine geçerken o devrin imparatorları, kralları (ve onların yandaşları) acaba nasıl düşünüyordu? Bu değişimi, bu dönüşümü gerek kendileri gerekse de halk kitleleri için daha mı uygun buluyorlardı?

İş aslında gelip derinlik-sığlık ikilemine bağlanacaksa eleştiren taraftaki elitist düşüncede olanların şunu sorgulaması gerekmez mi? Sığ kalanlar, düne kadar sığ kalmayı tercih mi ettiler, yoksa sığ kalmak zorunda mı bırakıldılar? Düne kadar ülkeleri yönetenler kapitalist düzenin çarkları arasında önce canlı kalıp sonra da parmaklarını yalamak için kitleleri biliçli veya bilinçsiz feda etti mi, etmedi mi?

Harrari net olarak “Kapitalist sistem kökten değişecek olursa toplum çöker” diyor. Olabilir. Ama hangi toplum? Doğanın içinden çıkmış insanı, makineye dönüştürmeye çalışan toplum mu? Asıl soru(n) şu değil mi? Eleştirenler yıkılabilecek toplumun yerine ne tür bir toplumun gelmesini istiyor? Öyle bir toplumu kurmak için bir şey yapıyorlar mı? İşte dijital yerli kuşaklara miras bırakılan en büyük sorun!

Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 46 – 10.02.2017)